Overblog
Folge diesem Blog Administration + Create my blog
28. Februar 2024 3 28 /02 /Februar /2024 06:57

Avrupa'da Bask Bölgesi kadar çok profesyonel futbolcu yetiştiren başka bir bölge yok. Peki, Basklar bunu nasıl yapıyorlar? Alman futbol dergisi “On bir Arkadaş” yayınladığı röportaj bizlere Bask mucizesinin birkaç püf noktasına açıklık getiriyor. Bence, mucize demek biraz hafif kalıyor sonuçta bu mucizenin gerçekleşmesi için büyük emek sarf edildiği kesin ve en önemlisi Bask Halkının futbola olan tutkusu, sevgisi topyekûn desteği. Uzun bir hikâye olacak ama okumaya değer. Futbol sizin bildiğiniz ezeli rakiplerle dalga geçmek ergenler gibi sidik yarışına girmek, karşı tarafı aşağılamak değil. Siz aslında futbolu ve tutuğunuz takımı sevmiyorsunuz dersem ağır olur. Yalnız şunu kabul edelim çoğunuz moda olduğundan dolayı futbola ilgi duyuyor. Siz sade rakiplerinizden nefret ediyorsunuz ama bu nefret sizi asla ne İspanya ne Almanya ne de bir İngiltere yapacak, neyse, başlayalım.

Bask Mucizesi

On numaralı açık mavi formalı sarışın çocuk, üstünlüğünü diğer oyunculara hissettirmemeye çalışıyor. Tek başına oynamak yerine takım arkadaşlarını çaktırmadan kullanıyor ve kendisi kaleye şut çekmek yerine topu tekrar ortalamayı tercih ediyor. Hatta rakiplerinin oyun hevesini kaybetmemesi için zaman zaman kaptırdığı topları iyi niyetle oyuna sokuyor. Bu çocuğun diğerlerinden ne kadar daha iyi oynadığı, bu pazar sabahı San Sebastian'ın kapalı gökyüzü altında büyük ölçüde gözden kayboluyor. Antiguoko futbol sahasında, takımlar suni çimin her iki yarısında da sürekli birbirleriyle karşılaşıyorlar. Etrafta bir sürü ebeveyn birbirleriyle sohbet ediyor, kahve içiyor ya da heyecanla çocuklarını izliyor. Bir çocuğun bedenindeki bir yetişkinin topun nereye gideceğini ya da nereye oynayacağını her zaman bilmesi bir mucize. Bu bir mucize çünkü oyunu bu kadar doğal bir şekilde anlayan bu çocuk henüz dokuz yaşında.

 

Roberto Montiel maçın bitiş düdüğünün ardından "Bugün yapabileceklerinin sadece yüzde yirmisini gösterdi," diyor. Antrenör, altyapı futbolunda sürekli karşılaştığınız o huysuz, bencil adamlardan biri. Bize bir gençlik turnuvasının finalinde, gerçekten önemli olduğunda, çocuğun 30 saniye sonra ilk golü ve dördüncü dakikada üçüncü golü attığını söyledi. "O bir profesyonel olacak," diyor Montiel. Elbette o yaşta bundan asla emin olamayacağınızı da ekliyor ama onun için mesele son derece net. Ve Montiel Bask bölgesinin çok ötesinde bir efsane olduğu için onun sözlerinin bir ton ağırlığı var. Şu anki Arsenal FC teknik direktörü altı yaşındayken Mikel Arteta için profesyonel bir kariyer öngörmüştü. Xabi Alonso için de sekiz yaşındayken. Geçtiğimiz kırk yıl boyunca yaklaşık 150 oyuncu onun ellerinden geçerek profesyonel futbolcu oldu ve bunların iki düzineden fazlası en üst liglere yükseldi.

 

Antiguoko'nun İspanya'da nadir görülen bir üst düzey takımı yok bu bilinçli alınmış bir karar. Montiel, "Sonuçta bir kulübün enerjisi her zaman A takıma gider," diye açıklıyor, ancak burada sadece gençlere fayda sağlaması amaçlanıyor. Kulüp başka açılardan da alışılmadık bir yaklaşım sergiliyor, ebeveynler bazen antrenmanların iki saat sürmesinden şikâyet ediyor. Montiel "Profesyoneller gibi antrenman yapıyoruz" diyor ama bunu haftada sadece iki ya da üç kez yapıyorlar. Çocuklar özgürlüklerini korumalı ve akıllarında her zaman futbol olmamalı.

 

Antiguo mahallesinin spor kulübü Antiguoko Kirol Elkartea'nın kulüp binasında eski oyuncuların formaları çerçevelenmiş olarak duvarda asılı duruyor. Real Madrid'den FC Barcelona'ya, Athletic Club Bilbao'dan Real Sociedad San Sebastian'a, her birinin üzerinde selamlar ve teşekkür sözleri var. "Antiguoko K.E.'den arkadaşlarım için kucak dolusu selamlar!" yazıyor Xabi Alonso'nun Liverpool formasının üzerinde. Mikel Arteta gibi, Bayer Leverkusen'in şu anki teknik direktörünün de 2005 Şampiyonlar Ligi finalinde giydiği ayakkabılar için küçük bir tapınağı bile var.

 

Aslında her şey çok çılgınca, çünkü Antiguoko sonuçta bir mahalle kulübünden başka bir şey değil. Ancak şu anda büyük futbol ülkelerinin en üst liglerinde oynayan 70 profesyonel oyuncunun yanı sıra yaklaşık 250 ikinci ve üçüncü lig oyuncusuna sahip olan tüm bölge için oldukça çılgın bir durum. Üç milyondan az Basklı için bunlar inanılmaz rakamlar antrenörler için bile. Alonso Bayer Leverkusen'i Almanya'da, Arteta ise Arsenal FC'yi İngiltere'de şampiyonluk yarışına soktu. Bournemouth FC'de Andoni Iraola ve Aston Villa'da Unai Emery ile birlikte Premier Lig'de iki ve İspanya Primera Liginde dört Bask teknik direktör daha var. Bu, benzer bir nüfusa ve bölgeye sahip olan Trakya bölgesinin bu kadar çok antrenör ve oyuncu çıkarması gibi bir şey. Ama bu nasıl oluyor?

 

San Sebastian'ın birkaç kilometre dışında, Real Sociedad'ın antrenman merkezinde Roberto Olabe bir cevap bulmaya çalışıyor ve kitabın ortasından konuşacağını açıklıyor. "Sosyal ve politik bağlamı görmek zorundasınız. O zaman Bask toplumunun değer ve davranışlarının oyuncuların gelişimine yardımcı olduğunu fark edersiniz" diyor 56 yaşındaki spor direktörü. Basklılar için bağlılık, dürüstlük ve sorumluluk duygusu önemlidir: "Ciddiyet bizde her şeyin temelidir." Olabe'nin söyledikleri burada her yerde duyduklarınızla örtüşüyor. Özgüven dolu Basklar, birbirlerine bağlı ve yaygaradan kaçınan, çalışkan ve yenilikçi insanlar olarak görülüyor. Onları Kuzey Alman stoacıları, orta sınıf Svabya tamircileri ve yürekli Ruhrpottluların bir karışımı olarak hayal edebilirsiniz.

 

San Sebastian'ın birkaç kilometre dışında, Real Sociedad'ın antrenman merkezinde Roberto Olabe bir cevap bulmaya çalışıyor ve kendisinin esaslı olacağını açıklıyor. "Sosyal ve politik bağlamı görmek zorundasınız. O zaman Bask toplumunun değer ve davranışlarının oyuncuların gelişimine yardımcı olduğunu fark edersiniz" diyor 56 yaşındaki spor direktörü. Basklılar için bağlılık, dürüstlük ve sorumluluk duygusu önemlidir: "Ciddiyet bizde her şeyin temelidir." Olabe'nin söyledikleri burada her yerde duyduklarınızla örtüşüyor. Özgüven dolu Basklar, birbirlerine bağlı ve yaygaradan kaçınan, çalışkan ve yenilikçi insanlar olarak görülüyor. Onları soğukkanlı Kuzey Almanlar, orta sınıf İsviçre tamircileri ve yürekli Madencilerin bir karışımı olarak hayal edebilirsiniz.

 

Bu nedenle tipik bir Bask futbolcusu olan, FC Bayern'de kazandığı dokuz şampiyonluk ve iki Şampiyonlar Ligi zaferinde defansta sakin ve zeki oyunuyla katkıda bulunan Javi Martínez'dir. Johan Cruyff bir keresinde şöyle demişti: "Her takımın en az bir Basklıya ihtiyacı vardır." Ayrıca her durumda saplantılı bir şekilde rekabetçi oldukları için. "Biz Basklılar her zaman kazanmak isteriz" diyor Olabe. Bir araya getirdiği Real Sociedad San Sebastian takımı Şampiyonlar Ligi ön eleme turunu yenilgisiz lider olarak tamamladı ve 16. turda Paris Saint-Germain ile karşılaşacak. Olabe kadrodaki Basklı oyuncuları zihninden geçirirken parmaklarıyla sayıyor ve 17'ye ulaşıyor.

 

 

                           "Biz Basklar her zaman kazanmak isteriz"

 

Basklıların futboldaki büyüleyici aşırı temsilinin bir başka nedeni de 112 yıl öncesine dayanıyor. Bunu yerinde görmek için San Sebastian'dan Real Sociedad'ın en büyük rakibi Bilbao'ya gitmeniz gerekli. 1912'de oradaki Athletic Club üyeleri, o andan itibaren kulüpleri için sadece Basklıların oynamasına karar verir. Başlangıçta bu sade kendini kısıtlama, şampiyonluklardan ve kupalardan vazgeçmek anlamına gelmiyordu. Bugüne kadar Athletic, Real Madrid ve FC Barcelona İspanyol futbolunun aristokrasisini oluşturdu, çünkü sadece bu üç kulüp hiçbir zaman alt liglerde yer almadı. Ancak sekizinci şampiyonluk 28 yıl önce kazanıldı ve bir gün dokuzuncu şampiyonluğun eklenebileceğini hayal etmek zor.

 

Öte yandan Athletic kupada da bir güç; Copa del Rey 23 kez Bilbao'ya gitti ve takım bu sezon FC Barcelona karşısında çılgınca kutlanan bir zaferle yarı finale yükseldi. Mikel Gonzalez gururla "Sahaya sürdüğümüz 16 oyuncunun 14'ü Lezama'dan geldi" diyor. Bir buçuk yıl öncesine kadar gençlik akademisinden sorumluydu Gonzales ve o zamandan beri Athletic'in spor direktörü. 36 yaşındaki oyuncu sıradışı iş profilinden mutlulukla bahsediyor; muhtemelen dünyadaki tüm meslektaşlarından daha fazla U12 maçı videosu izliyor. Şu anda yurtdışında yaşayan Basklıların çocuklarının ya da torunlarının Athletic'te oynamasına izin verilip verilmemesi konusunda hararetli bir tartışma var. Bu onun işini kökten değiştirecek. Ancak şu anki durum sadece Bask Bölgesi'nde doğmuş ya da futbol eğitimini orada almış çocuklarla ilgili. Yine de bu durum sorunsuz değil. "Eğer bir yeteneği kaçırırsak, o zaman çok pişman oluruz" diyor Gonzalez.

 

 

                                      Efsanevi mekân Lezama

 

Lezama, 1971 yılında vadinin aşağısındaki Bilbao'nun kirli ve zorlu bir sanayi şehri olduğunu unutmanın kolay olduğu tepelerde bir köydür. O zamanlar burada, elli yıl boyunca efsanevi bir ün kazanan profesyonel eğitim merkezi ve bir gençlik akademisi açıldı. Lezama'dan yüzlerce oyuncu Athletic'in profesyonel takımına girmeyi başardı. Bugün tesis, eski stadyumun tribünlerinden birini kaplayan ve San Mames yeniden inşa edilirken hatıra olarak buraya getirilen beyaz metal kemer sayesinde uzaktan görülebiliyor. Son yıllarda, Athletic'in Kepa Arrizabalaga'nın transferi için Chelsea'den 80 milyon avro almasının ardından binalar tamamen yenilendi, bu hala bir kaleci için rekor ücret.

 

Ancak Lezama'yı özel kılan ne bakımlı futbol sahaları ne de son teknoloji tesisler. Önemli olan koşullar ve insanların bunlardan çıkardığı sonuç. Sergio Navarro, "Sadece Basklılara güveniyor olmamız bizim için bir avantaj, bu da daha istikrarlı bir sürece yol açıyor" diyor. Gençlik geliştirme müdürünün kastettiği şey, hiçbir boşluk olmaması. Bu da Athletic'i, genç yeteneklere güvendiklerini büyük bir gururla söyleyen ancak ilk sorun belirtisinde deneyimli bir profesyonelle anlaşmayı tercih eden tüm kulüplerden ayırıyor. Lezama'da eldekilerle mümkün olduğunca iyi ve eksiksiz çalışmak zorundalar. Bu kısıtlamanın yaratıcılığa yol açtığı gerçeği hemen anlaşılıyor. Toplantı odalarında, cam duvarların ardında canlı tartışmalar yapılıyor; eğitmenlerin geniş, açık planlı çalışma alanı bir tür think tank havası taşıyor. Navarro, oyuncularla ilgilenmenin tüm yönlerinin sürekli olarak yeniden düşünüldüğünü açıklıyor. Antrenör ekiplerindeki hiyerarşi ortadan kaldırıldığı için bu durum şaşırtıcı yaklaşımlara da yol açmış. Her bir gençlik takımının bir atletizm koçu ve bir psikolog da dahil olmak üzere beş koçu var; bu beşlinin bir patronu yok. Bu durum çatışmalara yol açmıyor mu? "Elbette, ama bu harika bir şey" diyor Navarro coşkuyla. Bunun oyunculara bireysel antrenörlerden daha fazla itici güç vereceğini umuyor. Lezama fikirlerle büyüyor. "Burası bir yaşam üniversitesi" diyor Navarro.

 

Bu üniversiteden önce 161 ilköğretim okulu bulunmaktadır. Athletic Club, Bask Bölgesi genelinde pek çok kulüple ortaklıklar kurmuştur. Program sezon başına iki milyon avroya mal oluyor ve yirmi daimî çalışan tarafından yürütülüyor. Her şeyden önce, küçük kulüplerdeki antrenör ve bakıcıları çocuklarla doğru şekilde ilgilenmeleri için eğitiyorlar. Lezama'ya en erken on iki yaşında geliyorlar, ancak bundan önce bile mümkün olan en iyi şekilde eğitilmeleri gerekiyor. Athletic bu geniş ağda yetenekli bir çocuğu neredeyse hiç kaçırmadığı için bilgi aktarımı aynı zamanda diğer yönde de gerçekleşiyor.

 

 

Amatör kulüplerle iş birliği yapan profesyonel kulüpler sistemi bir Bask özelliğidir. Real Sociedad, çoğunluğu Gipuzkoa eyaletinde olmak üzere 80 kulüple çalışırken, Bask'ın başkenti Vitoria'dan Deportivo Alavés yirmi okulla ve Bask Bölgesi'nin en küçük eyaleti olan Álava'da otuz kulüple çalışmaktadır. Bunlardan biri de CD Lantarón. Bask bölgesinin güney sınırındaki bu küçük kulüp, Antiguoko gibi iyi işleyen ve yetenek üreten bir mucize makinesi değil, mütevazı bir köy kulübü. Ancak Lantarón'da, uzun zamandır İspanya'nın en zengin bölgelerinden biri olan Bask bölgesinin ne kadar iyi durumda olduğunu görebilirsiniz. Belediye meclisi, 900 nüfuslu bu küçük kasabanın kulübüne sadece güzel bir suni saha inşa etmekle kalmamış, aynı zamanda bir spor salonu, kapalı bir tenis kortu ve küçük bir açık havuz da inşa etmiş. Bu da tesisi komşu köyler için de bir cazibe merkezi haline getiriyor.

 

Ortaklığın başladığı 2012 yılından bu yana Lantarón'dan hiçbir çocuk Deportivo Alavés'te profesyonelliğe geçiş yapmadı, ancak bazıları akademide eğitim görüyor. Akademi Bask standartlarına göre mütevazı; geleneksel kulüp dört Bask birinci lig kulübünün en küçüğü ve şu anda Primera Division'daki en küçük bütçeye sahip kulüp. Alavés, ciddi anlamda mantıklı Basklıların bile tipik futbol çılgınlığı girdabına nasıl kapılabileceğinin bir örneği. Amerikalı-Ukraynalı sahibi Dimitri Piterman'ın elinde, 2001 yılında Liverpool FC'yi 4:5 yenerek UEFA Kupası tarihinin en görkemli finaline katkıda bulunan Deportivo, 40'lı yılların sonunda üçüncü lige düştü. Piterman gelişigüzel işe alımlar ve işten çıkarmalar yaptı, yedek kulübesinde çıplak fotoğraf çektirdi ve kulüp iflas ettikten sonra İspanyol adaletinden kaçmak için ABD'ye kaçtı. Futbol kulübü 2011 yılında, yine Vitoria'da bulunan ve ülkenin en iyi basketbol kulüplerinden biri olan Baskonia tarafından kurtarıldı. Daha önce hiç böyle bir şey olmamıştı.

 

 

                                       Basklı oyuncuların değeri

 

Alfonso Fernández de Trocóniz, "Bu iş birliği Bask ülkesindeki kooperatif çalışma tarzının bir ifadesidir" diyor. On yıldır Deportivo Alavés'in başkanlığını yürüten avukat, bir yandan Baskonia ile yapılan iş birliğine atıfta bulunuyor. Genel olarak, profesyonel ve amatör kulüpler arasındaki iş birliği, herkesin yararı için güçleri birleştirmenin mümkün olduğu fikrinin bir ifadesidir. Kooperatifler Bask bölgesinde uzun zamandır popülerdir ve Mondragón Corporación Cooperativa 14 milyar Euro'luk cirosuyla dünyanın en büyüğüdür. Deportivo Alavés'in büyüleyici Estadio Mendizorrotza'sındaki kalabalık oldukça genç ve İspanya standartlarına göre oldukça coşkulu. Ancak ev sahibi takımın mavi beyaz formalarını giyen Basklı profesyoneller buradaki seyirciler tarafından nadiren alkışlanıyor. Bunun nedeni Baskların en iyi takımı Athletic ve kısmen de Real Sociedad'dır. San Sebastian'da sadece Basklılara özgü politika 1979'da Galli John Toshak'ın transfer edilmesiyle ortadan kalktı. Bugün San Sebastian'daki genç oyuncuların yüzde 80'inin, profesyonel oyuncuların ise yüzde 60'ının Basklı olduğu söyleniyor. Yani Basklı bir oyuncu Alavés ya da dördüncü Bask birinci lig kulübü Osasuna Pamplona'da göze çarparsa, hemen San Sebastian ya da Bilbao'ya gitme ihtimali yüksek. Basklı profesyonellerin tamamen kendi kendilerini kısıtlamaları, Athletic'in onlara fazla ödeme yaptığı anlamına da geliyor. Sonuçta kulüp diğer pazarlara geçemiyor ve şantaja karşı savunmasız durumda.

 

Düzenli olarak uluslararası futbol oynayan iki kulübün yerel yeteneklere bu kadar büyük ihtiyaç duyması, altyapı eğitimindeki rekabeti muazzam bir şekilde körüklüyor. Roberto Olabe San Sebastian'da "Her oyuncu bir projedir" dedi. Her sohbette, herkesin bu projelere ne kadar yoğun bir şekilde dahil olduğunu hissedebiliyorsunuz ve başka yerlerde sıklıkla olduğu gibi, moda sözcükler ya da tembel genellemeler sizi asla rahatsız etmiyor. Yetenek geliştirme konusuyla ilgilenen veya futbol hakkında daha derinlemesine düşünen herkes burada konuşacak çok sayıda insan bulacaktır. Ancak Bask Bölgesi, hevesli eğitmenlerin mükemmel bir dünya yarattığı cennet gibi bir yer değildir. Özel yetenekler nadir olduğu için, onlar için verilen mücadele daha da çetindir. Profesyonel kulüpler ve amatör futboldaki ortakları arasındaki sözleşmeler bu oyunculara ilk erişimi sağlıyor, ancak bu onlar için bağlayıcı değil. Athletic ve Real Sociedad şimdiden Antiguoko'dan on numaralı sarışın çocuğun ailesine kur yapıyor. İddialara göre, dokuz yaşındaki çocukları için on iki yıllık bir sözleşme imzalayabilirler.

 

Antiguoko 2020'den bu yana Athletic Bilbao ile bağlantılı ve San Sebastian'da büyük öfkeye neden olan anlaşma 2031'e kadar geçerli. Daha önce şehrin en önemli yetenek tedarikçisi Real Sociedad'ın ortağıydı. Şimdi Antiguoko'nun sadece ticari nedenlerle yetenek geliştirdiğinden yakınıyorlar. Öte yandan gençlik kulübü, Antiguoko karşıtı kurallar olarak gördüğü düzenlemeler nedeniyle baskı altında hissediyor. Örneğin, bölgesel yönetim, bireysel sporlarda çocukların birkaç spor yapabilmeleri için eğitim süresini sınırladı. Montiel'in artık on numaralı çocuğu haftada sadece bir saat çalıştırmasına izin veriliyor. Dava muhtemelen mahkemeye bile gidecek.

 

Basklıların yetenekli futbolcularla bu kadar ilgileniyor olması onlar için de işleri kolaylaştırmıyor. Sergio Navarro, Bilbao'daki akademide kendisine gelen 12 yaşındaki çocukları kastederek, "Bazı oyuncular buraya çok ağır bir küfeyle geliyor, bunu daha önce hiç yaşamamıştım" diyor. Navarro ne Basklı ne de daha önce Bask ülkesinde çalışmış, belki de bu yüzden bu durumu özellikle fark etmiş. "Bize gelmeleri aileleri için harika bir şey ama üzerlerindeki baskı da çok yüksek" diyor. Lezama'daki çocukların aileleri yoksulluktan kurtulmayı başarabildiği için çoğu durumda mesele maddi boyutta bile değil. Bunun, pek çok çocuğun hayalini kurduğu futbol kariyeri hayalinin çok ötesine geçmesinin bir başka kültürel nedeni daha var.

 

Bu neden, Basklıların rekabete duydukları coşku, Basklı yeteneklere yönelik yaratıcı odaklanma ve işbirliği ruhuyla birlikte Bask futbol mucizesini açıklayan dördüncü ve son faktördür. Bilbao'daki stadyumun tam karşısında bulunan Winston Churchill pub'da bu konuda daha fazla bilgi edinebilirsiniz. Bu hayali İngiltere parçası Athletic taraftarlarıyla dolup taşıyor ama maç günleri Bilbao'da aynı zamanda futbol barı olmayan bir bar yok. Taraftarlar son dakikaya kadar barda ya da kapı önünde bira ya da şarap içmeyi ve yerel tapas olan pintxos yemeyi seviyor. "Athletic Club'a bağımlı olmak çok kolay," diyor önünde Winston Churchill'de garip bir şekilde uzun saplı bardaklarda servis edilen cin tonik bulunan Gaizka Atxa. Atxa Meksikalı ve Athletic Club'a 1989 yılında benzersiz koşullar altında âşık olmuş. O zamanlar, Meksika için garip olan soyadının kökenini araştırmış, köklerinin Bask ülkesinde olduğunu bulmuş ve sadece Basklıların oynadığı kulübe hemen âşık olmuş. Daha sonra mühendislik okumak için Londra'ya taşınmış ve adını 1920'li ve 1930'lu yılların efsanevi İngiliz teknik direktöründen alan Athletic taraftar kulübü Mr Pentland'ı kurmuş. Bu arada Atxa, Socio de Athletic olmayı başarmış ve böylece çok sevilen sezonluk kombinelerden birini elde etmiştir. Hatta eşi ve çocuğuyla birlikte üç yıldır Bilbao'da yaşıyor, yani futbol kulübü sayesinde evinden uzakta bir ev buldu.

 

 

                         Oyuncular yalnızca bir profesyonel değil

 

"Bizi temsil eden oyuncular istiyoruz" diyor Atxa. Meksikalı Bask, Athletic'te sadece profesyonel bir futbolcu olmadığınıza inanıyor. Kırmızı beyaz formayı giymek, halkınızı temsil edebilmek anlamına geliyor. Bir Athletic profesyoneli olarak, bir yıldız olduğunuz için kutlanmazsınız, aslında tam tersi beklenir. Oyuncular sık sık şehirde yürürken görülebiliyor ve burada açıkça yalnız bırakılıyorlar. Gaizka Atxa, "Ve stadyumdaki herkes üç köşeden bir oyuncuyu ya da diğerini tanıyor" diyor. Kasabın kuzeninin bir oyuncunun komşusu olması yeterli. Bu yakınlık hissi, Athletic Club'daki her taraftarın ve her personelin, buranın şüphesiz dünyanın en iyi kulübü olduğu hissini yaymasına katkıda bulunuyor. Tatlı ihtişam hayalleri de dünyada San Mames'te olduğu gibi kalabalığın takımınıza karşı böylesine sıcak bir iyi niyet duygusunu hissedebileceğiniz başka bir stadyum olmamasını sağlıyor. Ancak bu cuma akşamı, Mallorca'dan gelen misafir takım umutsuzca üstün olduğu için bu özellikle kolay.....

 

Diesen Post teilen
Repost0
Published by Erdal Güngör
8. Oktober 2023 7 08 /10 /Oktober /2023 18:29

İngiliz futbolunun en başarılı kulüplerinden birinin temellerini atan kişi olan efsanevi Liverpool patronu Bill Shankly'di. İskoç teknik adam, 1959-1974 yılları arasında görev yaptığı 15 yılda Kırmızıları üç lig şampiyonluğu, iki FA Cup ve bir Uefa Kupasına taşıdı. Shankly Liverpool’a geldiğinde ikinci sınıf bir takımdı. Shankly'nin önderliğinde Liverpool, 1970'lerin geri kalanında ve 1980'lerde kendisinden sonra gelen Bob Paisley, Joe Fagan ve Kenny Dalglish yönetiminde yurtiçinde ve yurtdışında daha birçok şampiyonluk kazanmasına zemin hazırlayan bir güç haline geldi.

 

Bugün bildiğimiz Liverpool Futbol Kulübü'nün büyük bir kısmı onun eseridir. Kop'un takımı desteklemedeki rolünü öne çıkaran. Rakip takımların adeta korkusu haline gelmesini sağlayan ve tamamen kırmızı bir iç saha taraftar grubuna dönüştürende Bill Shankly’di. You'll Never Walk Alone marşını onun görev süresi içinde tribünlere benimsetti.

Bill Shankly vs. Jürgen Klopp

Shankly, Liverpool'u 1974 FA Cup'a götürdükten sonra emekli oldu ve sadece yedi yıl sonra, 68 yaşında, art arda geçirdiği iki kalp krizinin ardından öldü ve külleri yakıldıktan sonra Anfield sahasına serpildi. Onun mirası, 1982 yılında Anfield'ın dışına dikilen dökme demir Shankly Kapıları ve 15 yıl sonra inşa edilen 7 metrelik bronz heykeli ile kulüpte yaşamaya devam ediyor.

 

Shankly aynı zamanda en ünlü sözüyle de ölümsüzleşti: "Bazı insanlar futbolun bir ölüm kalım meselesi olduğunu düşünüyor emin olun, bundan çok daha önemli."

 

Dün, 8 Ekim 2023 de Alman TD Jürgen Klopp Liverpool’da 8. Yılına girdi ve efsane Bill Shankly’den sonra Liverpool kulübünde en uzun süre görev alan TD. Klopp, otoritelere göre Bill Shankly gibi efsane olma yolunda. Shankly – Klopp karşılaştırması yapmak ne kadar doğru olur bilemem ama, bana sanki ikisinin arasında pek fark yok gibi geliyor. Shankly Liverpool kulübünü devir aldığında sıfırdan bir efsane yarattı ve onun bıraktığı mirasından çok faydalanan oldu. Hatta İngiltere’nin 1966 Dünya kupasını kazanmasında da kuşkusuz büyük rolü var.

Bill Shankly vs. Jürgen Klopp

Shankly, görev yaptığı 1959 – 1974 yılları arası modern futbol henüz kirli para bataklığına düşmemişti. Futbol o yıllar işçi sınıfının hafta sonu eğlencesiydi. Salkım saçak tribünler, oyuncuların aynı şehrin öz evlatları olması, hafta içi antrenmandan sonra pub’a uğrayıp taraftarlar ile geçmiş maçın değerlendirmesi. Şampiyonluk kupasını semte getirerek Halkla iç içe kutlamalar günümüzde imkânsız hale geldi. 

Sanayi ve Liman kenti olan Liverpool Sosyalist İşçi Partisinin (Labour Party) kalesiydi. Partinin, İskoç TD Shankly’i futbol kulübün başına getirilmesinde de büyük rolü var. Tamamen bir İşçi kulübü olan Liverpool 17 sene sonra 1964 yılında şampiyonluğu kazanması ve yine o dönem The Beatles müzik grubunun patlaması bir anda işçi şehri Liverpool dikkatleri üzerine çekti. Kapitalist ve Emperyalist Britanya içinde bulunan Liverpool gibi bir işçi kentinin kısıtlı imkanları ile büyük başarılara ulaşması Dünya’da büyük yankı yarattı.

 

Hoş, o yıllarda da futbol modern ve profesyoneldi. Hatta şimdiden daha çok yıldız futbolcular vardı. Pele, Uwe Seeler, Eusebio, Bobby Charlton, Bobby Moore, George Best, Sandro Mazolla ve sayamadığım niceleri.

 

Klopp, Felix Magath’tan sonra İngiltere’de görev yapan ikinci Alman TD.  8 Ekim 2015 yılında göreve geldiğinde Liverpool’un geçmişten gelen sadece paslanmış unvanı kalmıştı. En son uluslararası başarısı 2005 senesinde İstanbul’da kazandığı ŞL kupası. Yurtiçi başarısı ise 2003 FA kupasıydı. Jürgen Klopp göreve başladığında ateşten bir gömlek giydiğinin farkındaydı. Kulüp o dönem 25 yıldır şampiyon olamıyordu bu hasrete Uluslararası başarıları bile teselli etmiyordu. Yine de Jürgen Klopp ile gelen ilk başarı 2019 yılında art arda UEFA ŞL kupası, UEFA Süper Kupası ve ilk kez Liverpool tarihinde FIFA Dünya Kulüp kupalarıydı. Hasret 2020’de sona erdi ve 20 yıl aradan sonra Liverpool nihayet 19. Şampiyonluğuna ulaştı.

 

Jürgen Klopp ile Bill Shankly arasında farkı karşılaştırdığımızda Klopp kazandığı Yurtiçi ve Yurtdışı toplam 7 kupayla Shankly’den bir önde önde duruyor. Oynattığı futbol ile sade İngiliz futboluna değil aynı zamanda Dünya futboluna da katkısı tartışılmaz. Klopp, Shankly gibi sıfırdan bir efsane yaratmadı ama onun başarısı hafife alınmamalı. Jürgen Klopp çöpe atılmış altını tekrar çıkarıp parlattı ve eski günlerine geri döndürdü. Alman hocada bir işçi çocuğu olması, samimi dostça tavırları Alman hocayı kısa zamanda içlerinden biri haline getirdi. Klopp, vakit buldukça eski geleneklere de önem veriyordu. Bazen yalnız başına bazı zamanda bir, iki oyuncuyu yanına alıp semtin pub’larına gidiyor. Velakin, onun sayesinde Liverpool hem İngiliz hem de Dünya futbolunda tekrar laik olduğu yere geri döndü….

Diesen Post teilen
Repost0
Published by Erdal Güngör
2. Oktober 2023 1 02 /10 /Oktober /2023 07:30

Yarın Akşam Şampiyonlar Liginde bir kez daha ezeli rakibimiz Manchester United ile deplasmanda karşılaşacağız. 1993 yılında ilk kez eşleştiğimiz ŞL ön eleme müsabakasını İngiltere’de 3:3 İstanbul’da 0:0 berabere kalarak o zamanların deplasman golleri kuralından dolayı Manchester United’e eleyerek ŞL ligine katılan ilk Türk takımı Galatasaray, Türk futbol tarihine adını altın harflerle yazdırdı. Müsabakanın 118. Yıllık kuruluş haftasına denk gelmesi çok hoş oldu, umarım camiamızı sevindirecek bir neticeyle İstanbul’a geri döneriz.

 

Gelelim esas hikayemize, İngiliz tribün kültürü denince ilk akla gelen malum Holiganlar ama bu hep böyle olmadı. İngiliz futbol taraftarları daha çok takımı maçın akımına yönelik destek vererek ateşler. Rakibi aşağılayıcı sözlerle yerer ve bol bol marşlar ve pop şarkılarından oluşan şarkılar söyleyerek destek verir. Yalnız şunu da belirteyim takım kötü oynuyorsa şayet hiç çekinmeden kendi oyuncularını ve TD’e ağır hakaret etmekten de çekinmezler. Bizim bildiğimiz “Ultras” oluşumları gibi takımı her koşulda destek vererek, skor ne olursa olsun susmadan desteklemesine benzemiyor.

 

2005 senesinde hiç beklenmedik bir olay gerçekleşti. O güne kadar Manchester United’e içerde dışarıda destek veren Old Trafford tribünlerinin kemik tayfası bir karar aldı. Aldıkları bu karar Dünya futbol tarihinde endüstriyel futbola karşı yapılan en büyük eylemdir ve tüm Dünya’da büyük yankı oluşturdu. İngiltere tribün kültüründe hiç görülmeyen bu eylem ancak Avrupa’nın İtalya, Fransa, Almanya gibi ülkelerinde Ultras oluşumlarının yaptığı benzer eylemlerin bile ötesi bir olaydı. Manchester United taraftarları tribünlerden tamamen çekilerek kendi kulüplerini kurdular.

 

FC United of Manchester kurucuları ile 2013 senesinde Amsterdam’da gerçekleşen FSE (Avrupa Taraftarlar Birliği) kongresinde tanıştım. Beni çok etkilediler ve yaptıkları bu onur dolu eylemle onların önünde saygıyla eğiliyorum. Düşünsenize çocukluk aşkınız biricik sevdiğiniz uğruna gerekirse ölümü bile göze alacağınız kulübünüze, armanıza, renklerinize sırt çeviriyorsunuz. Çünkü, bu kahpe düzenden bıkmışsınız, riyakâr kulüp yöneticilerinden, fahiş bilet ve ürün fiyatlarından, futbolu sömürenlerden, futbolu Halktan çalan zenginlerin oyuncağı haline getirenlerden. Ve bir gün “YETER ULAAAN” diye haykırıyorsunuz ve kapıyı çarpıp çıkıyorsunuz.

 

Tüm bu nedenleri kendi ağızlarından dinleyelim. Ana sayfalarında açıklamayı elimden geldiği kadar Türkçeye çevirdim ve bir de kısa belgesel videosu ekledim.

Yarın Akşam Şampiyonlar Liginde bir kez daha ezeli rakibimiz Manchester United ile deplasmanda karşılaşacağız. 1993 yılında ilk kez eşleştiğimiz ŞL ön eleme müsabakasını İngiltere’de 3:3 İstanbul’da 0:0 berabere kalarak o zamanların deplasman golleri kuralından dolayı Manchester United’e eleyerek ŞL ligine katılan ilk Türk takımı Galatasaray, Türk futbol tarihine adını altın harflerle yazdırdı. Müsabakanın 118. Yıllık kuruluş haftasına denk gelmesi çok hoş oldu, umarım camiamızı sevindirecek bir neticeyle İstanbul’a geri döneriz.

 

Gelelim esas hikayemize, İngiliz tribün kültürü denince ilk akla gelen malum Holiganlar ama bu hep böyle olmadı. İngiliz futbol taraftarları daha çok takımı maçın akımına yönelik destek vererek ateşler. Rakibi aşağılayıcı sözlerle yerer ve bol bol marşlar ve pop şarkılarından oluşan şarkılar söyleyerek destek verir. Yalnız şunu da belirteyim takım kötü oynuyorsa şayet hiç çekinmeden kendi oyuncularını ve TD’e ağır hakaret etmekten de çekinmezler. Bizim bildiğimiz “Ultras” oluşumları gibi takımı her koşulda destek vererek, skor ne olursa olsun susmadan desteklemesine benzemiyor.

 

2005 senesinde hiç beklenmedik bir olay gerçekleşti. O güne kadar Manchester United’e içerde dışarıda destek veren Old Trafford tribünlerinin kemik tayfası bir karar aldı. Aldıkları bu karar Dünya futbol tarihinde endüstriyel futbola karşı yapılan en büyük eylemdir ve tüm Dünya’da büyük yankı oluşturdu. İngiltere tribün kültüründe hiç görülmeyen bu eylem ancak Avrupa’nın İtalya, Fransa, Almanya gibi ülkelerinde Ultras oluşumlarının yaptığı benzer eylemlerin bile ötesi bir olaydı. Manchester United taraftarları tribünlerden tamamen çekilerek kendi kulüplerini kurdular.

 

FC United of Manchester kurucuları ile 2013 senesinde Amsterdam’da gerçekleşen FSE (Avrupa Taraftarlar Birliği) kongresinde tanıştım. Beni çok etkilediler ve yaptıkları bu onur dolu eylemle onların önünde saygıyla eğiliyorum. Düşünsenize çocukluk aşkınız biricik sevdiğiniz uğruna gerekirse ölümü bile göze alacağınız kulübünüze, armanıza, renklerinize sırt çeviriyorsunuz. Çünkü, bu kahpe düzenden bıkmışsınız, riyakâr kulüp yöneticilerinden, fahiş bilet ve ürün fiyatlarından, futbolu sömürenlerden, futbolu Halktan çalan zenginlerin oyuncağı haline getirenlerden. Ve bir gün “YETER ULAAAN” diye haykırıyorsunuz ve kapıyı çarpıp çıkıyorsunuz.

 

Tüm bu nedenleri kendi ağızlarından dinleyelim. Ana sayfalarında açıklamayı elimden geldiği kadar Türkçeye çevirdim ve bir de kısa belgesel videosu ekledim.

                         Football For The People (HALK İÇİN FUTBOL)

 

 

Malcolm Glazer'ın Manchester United'ı devralmasını protesto etmek için kurulan kulüp' sözü FC United'ı tanımlamak için sıklıkla kullanılan bir ifadedir. Ancak FC'nin Amerikalı iş adamlarının işgali olmadan gerçekleşmeyeceğine şüphe olmasa da bu bir başlangıçtı, bardağı taşıran son damlaydı ama tek neden değildi.

 

Manchester halkından zorla alınan bir Manchester kurumunun maddi hırsızlığı, televizyonun yararı için değişen başlama vuruşu saatleri, etkinliğe katılmak yerine arkasına yaslanıp izlemek isteyen “yeni” taraftarlarla dolu ruhsuz stadyumlar, ağır yönetim ve fahiş fiyatlı biletlerle desteklenen bir yıkım piramidinin ucuydu.

 

Mayıs 2005'e gelindiğinde bazı taraftarların canına tak etmişti. Glazer'ın engellenememesi ve 1998'de Rupert Murdoch'ın başarılı bir şekilde geri püskürtülmesinin tekrarlanması, önceki kampanyadan kalma bir 'son çare' fikrini yeniden canlandırdı ve FC United çarkları harekete geçirildi. Mücadeleyi sürdürmeye kararlı bir grup birey bir yönlendirme komitesi oluşturdu ve FC United of Manchester ortaya çıktı.

 

Bu fikri eleştirenler, eğer taraftarlar Premiership'ten hoşnut değillerse neden kendi kulüplerini kurmak yerine gidip nakit sıkıntısı çeken diğer yerel kulüpleri desteklemediklerini savundu. Ama bu onlarınki olmazdı, değil mi? United olmazdı ve kendileri devralındıktan sonra başka bir kulübü devralmak doğru olmazdı. Ne de farklı yönlere sürüklenip birbirlerini ve belki de futbolu sonsuza dek kaybedebilirlerdi. Protestonun ivmesini korumak, birbirlerine kenetlenmek, United şarkıları söylemek, eski güzel günleri anmak ve geri getirmek istediler. Bizim Kulübümüz, Bizim Kurallarımız istediler ve tam da bunu elde ettiler: Manchester United taraftarları tarafından oluşturulan, üyelerin sahip olduğu, demokratik ve kâr amacı gütmeyen bir organizasyon. Büyük Manchester camiasının tamamının erişebileceği ister oynasın ister desteklesin gençlerin katılımını teşvik etmeye ve herkes için uygun fiyatlı futbol sağlamaya adanmış bir kulüp….

Diesen Post teilen
Repost0
Published by Erdal Güngör
16. August 2023 3 16 /08 /August /2023 09:26

Hamburger SV kulübü en başarılı dönemini Ernst Happel döneminde yaşadı. Efsanevi hocanın, Hollanda'dan Pep Guardiola dönemindeki FC Barcelona'ya uzanan taktiksel soyun kurucusu olarak görülmesine şaşmamak gerek. Viyana doğumlu teknik direktör bugün yaşasaydı 96 yaşında olacaktı. Ben Ernst Happel döneminin Hamburg takımını canlı gözle seyrettim müthiş futbol oynuyorlardı. Hücumda Hrubesch, Van Heesen o dönemlerin klasik oyun kurucusu 10 numarada Magath onun hamallığını yapan Jimmy Hartwig. Defansta Jacobs kardeşler sağ bekte muz ortasını Dünya’ya meşhur eden Manfred Kaltz.

 

Bu arada Ernst Happel total futbolun babası olduğunu biliyor musunuz?

Total Futbolun Babası, Ernst Happel

Suskun, kin dolu, sinirli, kibirli Ernst Happel gibi biri günümüzün futbolunda hâlâ işlevini sürdürebilir mi? En akla yatkın cevap, bugün farklı davranacağıdır. Özgünlüğün henüz bir kendini tanıtma kategorisi olmadığı bir zamanda, kötü davranışlarını göze alabilirdi. Bugün, muhtemelen medya tanıtımının tasarımını görecek ve bununla kısmen uzlaşacak kadar zeki olurdu. Çünkü klasik Viyana tarzından daha çok ihtiyaç duyduğu bir şey varsa o da futboldu.

 

"Futbolsuz bir gün kayıp bir gündür". Ernst Happel'in sıkça kullandığı sözlerden kendini tanımlaması, bugün birçok futbolcunun CV'sini süslediği gibi, pozitif delilerin hoşuna giden bir ifadeden daha fazlasını sunuyor. Çelişkili ve bazen de berbat bir kişiliği gözler önüne seriyor. Gecelerini kumarhanede konyak içerek ya da televizyonun karşısında tek başına yayın bitene kadar iki paket sigarayı bitiren ve böyle zaman geçiren saplantılı bir karakter. Futbola olan takıntısı onu aynı zamanda dünyanın en iyi antrenörlerinden biri ve tüm nesillerin taktiksel dehası yapan azimli bir adam.

 

                                          Özel türde bir Hoca

 

Happelin antrenmanları ağır ve eziyetli geçerdi. Kondisyon, disiplin onun için sadece gerekli ön koşullardı. O gerçek zevki oyundan alıyordu ve felsefesinin üstünlüğünden. Sadece "total futbol" arayışında kusursuzluğunu gerçekleştirebildi. Happel, Rapid Wien'de aktif oyuncuyken bile Avrupa'nın en iyi savunmacılarından biriydi. Biraz tembel ve topu seven, ancak teknik olarak üstün ve zeki olan Happel, sadece altı ulusal şampiyonluk kazanmakla kalmadı sahada oynarken bile oyunu kendi kafasına göre yönlendiriyordu. Sık sık hücuma katılarak ve alan anlayışıyla liberonun bir ön formunu kurarak o dönemde defans oyuncusunun rolünü modernleştirdi. Fakat gerçek bir stil ikonuna ancak bir koç olarak dönüştü.

 

Happel'in kariyeri 1962 yılında, 36 yaşındayken Hollanda'da başladı. Rinus Michels, Johan Cruyff, Louis van Gaal ve Pep Guardiola aracılığıyla doğrudan günümüzün FC Barcelona futboluna uzanan taktiksel bir geleneğin, ekolün başlangıcını onda görenlerin sayısı hiç de az değil. İlk durağı, ilk yılında Hollanda Kupası finaline taşıdığı ve altı yıl içinde istikrarlı bir şekilde şampiyonluk adayı haline getirdiği kronik küme düşme adayı ADO Den Haag oldu. Şaşırtıcı bir gelişme sonunda Den Haag 1968'de kupayı kazandı ve Happel de ülkede aranan adam oldu.

 

                                       Hollanda Futbolunun ekol kılavuzu

 

Takımının seri maçlarda rakiplerini aşırı yorduğu yeni oyun tarzı, sonunda Hollanda'da bir stil belirleyici haline geldi. Michels, Happelden esinlenerek daha sonra neredeyse kutsal hale gelecek olan 4-3-3 sistemini Hollanda futboluna yerleştirdi ve bugüne kadar bir ekol haline getirdi. Oyuncular o dönem için son derece ilerde savunma yapıyorlardı ve o zamana kadar neredeyse hiç uygulanmamış olan ofsayt tuzağını mükemmelleştirdiler. Ernst Happel, Cruyff'tan çok önce "total futbol"dan bahsediyordu ve alan savunmasını ilk o oynattı

 

Happel, "Adam adama savunma için sahada sadece on bir eşeğe ihtiyacınız var," diyordu. O ise koşmaya istekli, zeki oyuncular istiyordu. Ne de olsa en önemli silahı, muhtemelen Avrupa futbolunda ilk kez organize bir biçimde uyguladığı "pres" idi. Happel yeni konseptini sürekli bir "sakinliğe karşı mücadele" olarak tanımlıyordu. "Rakibi kendi yarı sahasına geri çekilmeye zorlamak, onu sıkıştırmak, oyun kurmasını engellemek, henüz başlamamış atakları bozmak ve sonra topu kaparak kendi atakları geliştirmek."

 

Zamanının ne kadar ötesinde olduğunu, ADO Den Haag ile kupayı kazandıktan sonra kadrosunda çok daha fazla bireysel kalitenin bulunduğu Feyenoord Rotterdam'a geçtiğinde ortaya çıktı. İlk denemesinde şampiyon oldu ve aynı yıl Feyenoord ile Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nı ve ardından Dünya Kupası'nı kazanan ilk Hollanda kulübü oldu. Rotterdam'da beş yıl kaldı ve Hollanda ekolünün yükselişinin şekillenmesine yardımcı oldu. 1973'te "Çok şey yaşadık, artık bırakmalıyım. Çok fazla zafer kazandıkça disiplin azalıyor. Çok fazla arkadaş olduk. Birlikte acı çekiyor, ağlıyor, gülüyor ve kazanıyorsunuz. Ve bu çok uzun süre devam edemez."

 

Sevilla üzerinden Belçika'ya gitti ve o zamana kadar oldukça vasat olan FC Brugge'ü üst üste üç şampiyonluğa ve Avrupa'nın zirvesine taşıdı. Hollanda milli antrenörü olarak 1978'de Dünya Kupası finaline ulaştı, Standard Liege ile Belçika Kupası'nı kazandı ve son olarak 1981'de Hamburger SV'ye geçti.

 

 

Taktiksel bir deha olarak ünü ondan çok önce gelmişti Almanya’ya. Ancak o dönemin HSV oyuncuları ve yöneticileri üzerinde kalıcı bir etki bırakan şey, her şeyden önce insanları yönetme şekliydi. Onu Kuzey Almanya'ya teknik direktör olarak getiren Günter Netzer bugün hala övgüyle bahsediyor: "Happel her oyuncuya ne yapmalarını istediğini basit şekilde açıklayabiliyordu. Dört kişilik geri hat, gegenpress, ofsayt tuzağı, Happel hepsini açıklayabilirdi. Kelimelerle değil, çok konuşmazdı ve konuştuğunda da anlayamazdınız. Ama onun antrenman çalışmaları öyle bir şeydi ki oyuncular iliklerine kadar hissediyorlardı."

 

Yani Happel Hamburg'da da büyük laflar eden biri değildi. Basınla hiç konuşmamayı ve oyuncularıyla sadece gerekli olanları konuşmayı tercih ediyordu. Soyunma odası konuşmalarının sadece birkaç dakika sürer ve basit bir sözle bitmesi alışılmadık bir durum değildi: "beyler pres yapmayı unutmayın!"

 

Yine de Felix Magath, Horst Hrubesch ve Thomas von Heesen gibi dönemin oyuncuları bugün hala hocaları için her şey yapabileceklerini övgüyle bahsediyorlar. Happel de buna büyük önem veriyorduö şöyle derdi: "Bir antrenör ancak takım onu kabul ederse değerlidir. Eğer oyuncular kabul ederse, her sözünü dinlerler kabul etmezlerse, ondan bıkarlar. Her şeyden önce bir insan olmalısınız. Sert olabilirsiniz, gaddarlık yapmadan ama insan gibi. Oyuncular saygı duymalı. Bir oyuncu ancak hocanın profesyonel olduğuna ve futbolu bildiğine ikna olursa saygı duyabilir, aksi takdirde oyuncular hocayla alay eder."

 

Manfred Kaltz bir keresinde Hamburg'da gerekli saygıyı nasıl kazandığını Happel'le ilgili bir anekdotla anlatmıştı. İlk antrenmandan önce, o zamanlar 55 yaşında olan teknik adam üst direğe bir içecek kutusu koymuş, ilk denemesinde ceza sahası çizgisinden şut çekmiş devirmişti. Sonra bize döndü "Sıra sizde" demişti. *Franz Beckenbauer hariç herkes başarısız olduktan sonra, başarısını tekrarladı ve ardından kondisyon antrenmanlarına başladı.

 

 

                                Tutku, özveri ve kusursuzluk isteği

 

Happel için saygı ve otorite önemliydi ama oyuncularının asla korkmaması gerekiyordu. Aksine, takımla sık sık taktiksel varyasyonları tartışır ve onları en azından görünüşte kararlara dahil ederdi. Hatta Happel'in sadece Viyana kahvehanelerinde neşeli biri olarak değil, aynı zamanda bir antrenör olarak da son derece sevimli bir çekicilik sergileyebildiğine dair söylentiler dolaşıyordu. Tabii ki sadece onun çizgisini takip edenler için. Çünkü tüm mükemmeliyetçiler gibi o da etrafındakilerden mükemmellik beklemiyordu ama en azından tutku, özveri ve bunu başarma isteği bekliyordu. Öte yandan onu öfkelendiren şey, birinin yeteneğini boşa harcamasını izlemek zorunda kalmaktı. Bunun en iyi örneği Hamburg'da Wolfram Wuttke ile yaşadığı tartışmaydı. Happel her ne kadar Wuttke gibi oyuncuları sevdiğini söylese de çok az atılganlık ve az koştuğu için forvetini birkaç kez alenen aşağıladı. Happel sonunda "Topla her şeyi yapabilen ama topsuz hiçbir şey yapamayan bir oyuncu ne işe yarar ki?" dedi ve Wuttke'yi takımdan attı.

 

O zamana kadar kazandırdığı zaferler yine de onu haklı çıkardı. Happel yönetiminde geçen altı yılda HSV, kulüp tarihinin en başarılı dönemini yaşadı. İlk sezonda şampiyonluk ve UEFA Kupası finalistliği. İkinci yıl da Almanya şampiyonu oldu ve en büyük zaferi olan Şampiyon Kulüpler Kupası (günümüzde yeni adı ŞL) finalinde Juventus Turin'e karşı kazandığı zaferle zirveye ulaştı.

 

                          Futbolu son nefesine kadar yaşadı

 

Nihayet 1987'de DFB Kupası'nı kazandığında Almanya'ya veda etti. Ağır bir mide rahatsızlığı Happel'i karamsarlığa sürüklemişti: "Yurtdışında ölmek istemiyorum," dedi ve Avusturya'ya, memleketine döndü. Kısa bir süre sonra kendisine akciğer kanseri teşhisi kondu. FC Swarovski Tirol'de antrenör olarak çalışmaya devam etmesine rağmen, Happel'in antrenör kulübesinde ölmesinin izlenebileceğini iddia eden eleştirmenler de ortaya çıktı.

 

Happel emekli olamadı son nefesine kadar futbolu doya, doya yaşadı. Hatta 1991 yılında Avusturya milli takımının başına geçti. Ancak 14 Kasım 1992'de Innsbruck'ta öldü. Dört gün sonra Almanya'ya karşı uluslararası bir maç oynandı. Ünlü şapkası 90 dakika boyunca koltuğundaydı….

 

*Franz Beckenbauer 1980 - 1982 arası Hamburger SV kulübünde oynadı!

 

Diesen Post teilen
Repost0
Published by Erdal Güngör
10. August 2023 4 10 /08 /August /2023 09:40

Arsenal geçen sezon Manchester City'yi zorladı ancak Pep Guardiola'nın kulübü son altı Premier Lig'in beşini kazandı. Borussia Dortmund, 2022-23 Bundesliga'yı son gününde bir şekilde kazanamadı ve Bayern Münih'e üst üste 11. şampiyonluğunu verdi. Paris Saint-Germain 11 yılda dokuz kez Ligue 1'i zirvede tamamladı. Ancak tüm bunların biraz tekrara düştüğünden endişeleniyorsanız endişelenmeyin, çünkü birazdan inceleyeceğimiz taktiksel yaklaşımlar gibi işlerin sürekli değiştiği pek çok alan var. Yazının önemli kısımları “The Athletic” dergisinden alıntıdır, Kaynak;

Hazırsanız başlayalım, biraz uzun yazı olacak ama 1848 de tasarlanan Modern futbolun günümüze kadar geldiği en önemli çağını yaşıyoruz. Eski taktik sistemleri tekrar geliştiren kendi fikirlerini de katan TD’ler futbolun görsel zevkini arttırma adına önemli işler yapıyorlar. Biz Türkler futbola neler katıyoruz sorusuna tek kelimeyle cevaplarım Fatih Terim. 1996-2000 arası futbola getirdiği “tersinden 3-5-2” gibi yeni oyun şekli Avrupa’da birçok TD’e ilham kaynağı oldu. Günümüzde ise Okan Buruk hocamız futbolun yeni gelişmesinde büyük rol oynayacaktır. Yıllar önce Akhisar ve Başakşehir kulüplerini çalıştırdığı dönemlerde ve geçtiğimiz sezon Galatasaray’ı şampiyon yaparak kendini yeteri kadar kanıtladı ve ben Okan hocamızdan gelecekte Dünya futbolunda önemli yerlere geleceğinden eminim.

 

Biz taraftarın ihtiyacı biraz sabır! Biraz sabredersek önümüzdeki sezondan itibaren yeni daha zevkli göze hoş gelen futbol seyredeceğiz. O zaman fazla zaman kaybetmeyelim Xabi Alonso ile başlayalım.

 

                     Bayer Leverkusen, Almanya

 

Xabi Alonso, Bayer Leverkusen'in başındaki ilk sezonuna giriyor. Alonso geçtiğimiz Ekim ayında göreve getirildiğinde Bundesliga kulübünün sportif direktörü Simon Rolfes "Takımı geliştirecek kaliteye sahip olduğunu biliyordum" demişti.

 

Alonso ilk maçı olan 4-0'lık Schalke galibiyetinden itibaren 3-4-3 orta saha ve ileri kanat beklerini tercih etti. Merkez orta saha oyuncuları, dış merkez bekleri, kanat bekleri ve 10 numaralar, savunmanın arkasına geçmek için keskin paslar atmaya olanak tanıyan geniş kareler oluşturdu.

Alta linke tıklarsanız animasyon şeklini göreceksiniz!

Burada, sağ stoper Odilon Kossounou, kanat beki Jeremie Frimpong ile ikili oynuyor, baskı kuruyor ve 10 numara Moussa Diaby'yi üçüncü adam koşusunda serbest bırakıyor.

 

 

 

Bu Sezon Dikkat Edilmesi Gereken Taktikler: Anti-Pozisyonel Futbol.
Bu Sezon Dikkat Edilmesi Gereken Taktikler: Anti-Pozisyonel Futbol.

Diaby çizgiye iniyor ve alçaktan ortalıyor, Frimpong da onu geçip golü atıyor.

 

Leverkusen her zaman ceza sahasına çok oyuncuyla atak yaptı, bu örnekte olduğu gibi her iki kanat beki de dahil olmak üzere, bir zamanlar stoper olan Piero Hincapie söz konusu maçta sol kanat beki olarak oynadı, beş kişi aynı anda ceza sahası içinde görüyoruz.

 

 

Bu Sezon Dikkat Edilmesi Gereken Taktikler: Anti-Pozisyonel Futbol.
Bu Sezon Dikkat Edilmesi Gereken Taktikler: Anti-Pozisyonel Futbol.

Alonso'nun geçen sezon Bundesliga'da oynadığı 26 maçta Leverkusen ligde en çok puan toplayan dördüncü takım oldu (45) ve 20 yılı aşkın bir süredir üst üste yedi maç kazanan ilk teknik direktör olarak Avrupa Ligi'nde yarı finale yükselmelerine yardımcı oldu. Leverkusen ligi altıncı sırada bitirdi ve ilk dört maçın üçünü evinde kazındı; Bayern Münih (2-1), RB Leipzig (2-0), Union Berlin (5-0).

 

O gün Leipzig'e karşı attıkları ilk golü, Alonso'nun 3-4-3'ünün mükemmel bir örneğiydi stoperden merkez orta sahaya, 10 numaraya giden top ve 9 numaranın tek dokunuşla bitirmesi için geri dönüş.

 

 

Bu Sezon Dikkat Edilmesi Gereken Taktikler: Anti-Pozisyonel Futbol.
Bu Sezon Dikkat Edilmesi Gereken Taktikler: Anti-Pozisyonel Futbol.

Leverkusen'in golcülüğünde hem çeşitlilik vardı 11 farklı oyuncu tüm müsabakalarda dört veya daha fazla gol attı hem de gol çeşitleri. Rolfes zamanında şöyle demişti "Hızlı oyuncularımız var, bu yüzden kompakt olur ve çok çalışırsak takımları geçiş hücumlarında yenebiliriz". Sadece Qarabağ (50) geçen sezon Avrupa Ligi ve Şampiyonlar Ligi'nde Leverkusen'in 49 golünden daha fazla doğrudan atak yaptı.

 

 

                                          Lens, Fransa

 

Franck Haise'nin takımı geçen sezon Ligue 1'in en büyük oyun bozucularıydı. "Biz PSG gibi değiliz. Yıldızlar topluluğu bir takım değiliz. Bu bir takım çalışması" diyor Lens'in kulüp başkanı Joseph Oughourlian. Puan açısından Paris Saint-Germain ile aynı durumdaydılar ve 85'e 84 ile şampiyonun sadece bir puan gerisinde bitirdiler. Lens'in süper gücü savunmasıydı; en az gol yeme (29), 15 maçı gol yememeden bitirmeleri ve en az mağlubiyet (dört) konusunda Fransa liginin en iyisiydi.

 

Taktik: 3-4-3, 5-4-1 şeklinde savunma. Lens geniş alanda hücum etti (ortalama yüzde 55,6 topa sahip olma), yüksek pres yaptı ve aynı oranda kontra atağa çıktı.

 

İşte PSG'ye karşı topa sahipken 3-4-3. Kanat bekleri ilerliyor ve iki 10 numara çift eksenli pivotun önünde oynuyor topu geniş üçgenler/kareler boyunca ilerletiyorlar.

 

Bu Sezon Dikkat Edilmesi Gereken Taktikler: Anti-Pozisyonel Futbol.

Ve işte 5-4-1 orta blok.

 

 

Bu Sezon Dikkat Edilmesi Gereken Taktikler: Anti-Pozisyonel Futbol.

Geçen sezon evlerinde sadece bir kez kaybettiler (Nice'e 1-0) ve Stade Bollaert-Delelis'te oynadıkları 19 maçın 17'sini kazandılar: 41 gol attılar, sadece 13 gol yediler ve 8 maçı da gol yemeden bitirdiler.

Yılbaşı günü PSG'ye karşı evlerinde aldıkları 3-1'lik galibiyet sezonun özetiydi. Haise'nin takımın başındaki 100. maçıydı ve deplasman ekibinin 23 maçlık yenilmezlik serisine son verdi. Lens geçen sezon Ligue 1'de ceza sahasına en çok açık oyun ortası yapan takımdı (105) ve o gün attıkları ilk golün asisti de bir ortaydı. Orta saha oyuncusu Seko Fofana, 10 numaralarından biri olan Florian Sotoca'ya kornerden bir pas atarken PSG orta sahasını parçaladılar. 

 

Bu Sezon Dikkat Edilmesi Gereken Taktikler: Anti-Pozisyonel Futbol.

Lens sabırlı bir şekilde oyun kuruyor ancak orta sahanızı geçtikten sonra doğrudan kaleye gidiyorlar. Sotoca'nın ortası isabetsiz ancak bu hamlede ileriye çıkan altı adamdan biri olan sol kanat beki Massadio Haidara arka direkte defansı kilitliyor.

 

Bu Sezon Dikkat Edilmesi Gereken Taktikler: Anti-Pozisyonel Futbol.

İkinci gol hızlı bir kontra atakla geldi. Stoper Kevin Danso, Lens ceza sahasının kenarındaki Kylian Mbappe'ye atılan pası engelliyor ve top sekerek Fofana'ya geliyor. Baskıdan kurtulup dripling yapıyor ve kontra başlıyor. Topu tekrar ortaya çeviriyor ve Przemyslaw Frankowski gol atmaya hazır bekliyor.

 

 

 

Bu Sezon Dikkat Edilmesi Gereken Taktikler: Anti-Pozisyonel Futbol.
Bu Sezon Dikkat Edilmesi Gereken Taktikler: Anti-Pozisyonel Futbol.

Lens, savunmada 9 numara Lois Openda'yı sahada bırakarak erken ileri koşular yapmakta çok başarılı. Fofana her iki 10 numaraya (kırmızı oklar) kolay pasları tercih etmiyor ve bunun yerine PSG'nin stoperlerini bölerek Belçikalı oyuncuyu serbest bırakıyor.

 

 

Bu Sezon Dikkat Edilmesi Gereken Taktikler: Anti-Pozisyonel Futbol.
Bu Sezon Dikkat Edilmesi Gereken Taktikler: Anti-Pozisyonel Futbol.

Lens o zamandan beri Openda'yı (geçen sezon 21 lig golüyle gol kralı) Almanya'nın RB Leipzig takımına ve Fofana'yı da Suudi Arabistan'ın Al Nassr takımına kaptırdı. Bu onlar için yeni bir senaryo değil. Geçen sezonu, 2021-22 sezonunun gol kralı Arnaud Kalimuendo (PSG'den kiralandı ve şu anda Rennes'de) ve asist kralı Jonathan Clauss'u (Marsilya'ya satıldı) kaybetmelerine rağmen ikinci olarak tamamladılar. Lens'in o gece şampiyona karşı attığı üçüncü gol bir hızlı pres golü (geçen sezon dokuz top kaybıyla Ligue 1'de Rennes'in 11 golünden sonra en çok top kaybı yapan ikinci takımdı). Haidara ve Fofana, sırtı kaleye dönük Fabian Ruiz'in üzerine atlıyor. Haidara ona müdahale ediyor ve top Openda'nın önüne düşüyor.

 

Bu Sezon Dikkat Edilmesi Gereken Taktikler: Anti-Pozisyonel Futbol.

Openda topu Frankowski'ye geri gönderiyor ve o da alt köşeden topu ağlara gönderiyor.

 

 

Bu Sezon Dikkat Edilmesi Gereken Taktikler: Anti-Pozisyonel Futbol.
Bu Sezon Dikkat Edilmesi Gereken Taktikler: Anti-Pozisyonel Futbol.

Lens 20 yıl sonra ilk kez bu sezon Şampiyonlar Ligi'nde. Hangi üç rakiple eşleşirlerse eşleşsinler, grup aşamasındaki maçları kaçırılmamalı. İnşallah biz de ŞL gruplara kalır Lens takımı ile eşleşirsek oyun sistemleri dikkate alınmalı.

 

Fazla uzatmayacağım çok örnekleri var sizi sıkmak istemiyorum. Velakin, “Anti-Pozisyonel Futbol” birçok dizilişle oynanmaya açık sistem ve gelecek sezon Avrupa’da üst düzey liglerde sıkça rastlayacağız. Gelecek sezon Galatasaray’ımızın da bu sistemi uygulayacağından eminim tabi orasını Okan Hoca ve Teknik ekibe bırakalım ve heyecanla bekleyelim.

Diesen Post teilen
Repost0
Published by Erdal Güngör
25. Juli 2023 2 25 /07 /Juli /2023 10:59

İtalya Ultra alt kültürüne damgasını vuran Atalanta tribünlerini kısa da olsa ele almak istiyorum çünkü onlar bunu hak ediyor. Malum, İtalya ve Dünya’da en çok tanın 2005 yılında dağılan AC Milan tribün oluşumu Fossa dei Leoni ama BNA (Brigate Neroazzurre Türkçe Komando Siyah Lacivert) grubu onlar kadar muhteşem bir duruşları vardı.

 

                                         Atalanta Tribünleri

 

Bir tarafta sıkılmış bir yumruk, diğer tarafta zafer sembolünü gösteren iki parmaklı bir el. Bergamo stadyumunun kuzey tribününde 1972 yılında açılan ilk pankart Atalanta Commandos'a aitti. Bir yıl sonra, 1973'te onlara Dalmine ve çevresinden gençleri bir araya getiren Panterler katılacaktı.

 

Kısa sürede İtalyan ultralarının en önemli ve saygın gerçeklerinden biri haline gelen Brigate Neroazzurre'nin (BNA) doğuşunu görmek için 1976 yılına geri dönmemiz gerekiyor. 1982'de Komandolar dağıldı, artık birkaç yıl içinde Atalanta taraftarlarının referans noktası haline gelen grupların mizacı tarafından alt edilmişti. 1983 yılında, daha önceden var olan üç küçük grubun birleşimi sonucunda Wild Kaos doğdu. Stoned Island Collective ve Armata. Kaos'un çizgisi Brigate Neroazzurre'ninkinden bile daha aşırı olacaktı. Şiddetin doruk noktasına ulaştığı seksenli yıllarda Atalanta tribünü İtalya'daki en agresif gruplardan biri olarak öne çıktı, ancak kendisini yumruk yumruğa olduğu sürece fiziksel çatışmadan asla vazgeçmeyen, ne yazık ki o dönemde tribünlerde ve sokaklarda hızla yayılan bıçakları asla kullanmayan bir felsefenin lideri olarak konumlandırır BNA grubu!

 

Bu düşünce 1995 yılında Vincenzo Spagnolo'nun Cenova'daki ölümünün ardından İtalyan taraftarların ortak bildirisinin temeli olan ve Atalanta taraftarları üzerinde güçlü bir iz bırakacak olan 'Basta lame, basta infami' (Ne kadar bıçak O kadar rezillik, YETER!) metninde de yinelenecektir. Şu anda, Kaos'un sona ermesi, Supporters'ın doğuşu ve Brigate Neroazzurre'nin dağılmasından sonra (Eylül 2005), Pisani tribün grupları kendilerini 'Curva Nord Bergamo' adı altında devam etti ve onlarda Eylül 2021 yılında dağıldılar. Eklediğim linklerde detaylı bilgiler mevcut;

                                            Tribünde sergilenen Semboller

 

Pankartlar Kafatasları, Kelt haçları ve Che Guevara’lı sopalılar. Takımı destekleyen ya da Ultras gruplarının tutkusunu yücelten pankartlar artık gelişigüzel ve ara sıra değil, daha gösterişli ve profesyonel bir şekilde kumaş üzerine boyanmış sloganlar haline geldi. Pankartlar zaman içinde kalıcı olmaya, tüm lig boyunca boyunca, hatta birkaç yıl stadyumda açılmaya ve sergilenme devam ettirildi. En sık kullanılan semboller arasında, şüphesiz ürkütücü ama aynı zamanda ölene kadar sürecek bir takım sevgisini vurgulayan kafatası yer alıyor.

 

Ultralar, Dün ve Bugün - 22
Ultralar, Dün ve Bugün - 22

Torino’lu Ultras Granata'nın pankartında çapraz kaval kemikli kafatası, Ultras Bari'ninkinde kanatlı kafatası, AC Milan Brigate Rossonere'ninkinde Nazi SS'lerini anımsatan çapraz kemikli kafatası vardır (aslında belirgin bir şekilde solcu bir çağrışımı olmasına rağmen). Sadece birkaç örnek vermek gerekirse, Juve Fighters'ın pankartında miğferler ve somun anahtarları vardır.

 

Ya da Brescia'dan Empoli'ye, Atalanta'dan Pisa'ya, Perugia'dan Ternana'ya, ilk Salerno ve Avellino taraftarları arasında, hatta daha sonra açıkça sağcı olacak ilk Lucchese Ultralarının pankartında Che Guevara'nın yüzü. Öte yandan Lazio'nun ilk Kartal Taraftarları'nın pankartında, 28 Ekim 1979'daki derbide Vincenzo Paparelli'nin ölümünün ardından şiddet içeren görüntülerin yasaklanmasına kadar Alman Wehrmacht kartalı vardı.

 

Ultra gruplarının pankartı, bir taraftarın ve bir topluluğun simgesi tanınabilir, somut unsuru haline gelir. İç saha maçlarında açılan pankart neredeyse her zaman daha büyük, daha özenle detaylandırılmış ve daha değerlidir. Ve bir de “deplasman” pankartı vardır, tam da grup evden uzakta, ateşli sahalarda seyahat ederken ulaşım riskini ve zorluklarını azaltmak için küçültülmüş bir versiyonda.

 

Ultralar, Dün ve Bugün - 22
Ultralar, Dün ve Bugün - 22

Tehlikeli bir deplasman maçında iç sahada açılan pankartını taşımak, bir grup için rakip taraftarlara karşı cesaret ve meydan okumanın nihai ifadesini temsil eder. Adeta şöyle demek ister gibidirler: “Sizden korkmuyoruz, bugün evimizde oynuyoruz” mesajı içerir. Pankartı korumak, açmak ve stadyumun setine yerleştirmek, maç sonunda katlamak, deplasman maçlarına götürmek ve rakiplere karşı savunmak tribün çocukları için bir onurdur!

 

Pankart, Yunanca synballo fiilinden (syn, 'birlikte' ve ballo, 'atmak') türetilmiş bir kelimenin etimolojik anlamında bir semboldür, bir arada tutan şeydir. Ultralar için grubun pankartı ya da bayrağı kısa süre içinde en az tuttukları takımın forması kadar önemli hale gelecektir. Bir çatışmada pankartın kaybedilmesi, rakip tarafından çalınması, Ultras dünyasının yazılı olmayan kurallarına göre grubun dağılmasını gerektirir.

 

Bu arada, mühimmat ve teçhizat dükkanları periyodik olarak stadyumda kullanmak üzere meşale ve sis bombası arayan Ultralarla dolar. Çoğu zaman meşaleler (demiryolu* ve denizcilik sinyalizasyon malzemesi) istasyonlarda durdurulan trenlerden çalınır. Tribünde, takımlar sahaya girerken ilk koreografilerde Ultralar tarafından yakılan mavi, kırmızı, turuncu, mor gibi her renkten teneke kutu dumanı ile havai fişeklerle renklendirilir. Yoğun duman maçların ilk dakikalarında havayı nefes alınamaz hale getirir, haber ve spor yayınları için televizyon yayınını engeller, ancak bir süre sonra kaybolur. O yıllarda İtalyan stadyumlarının (en büyükleri bile) tamamı 1990 Dünya Kupası'na ev sahipliği yapacak çalışmalara kadar açıktı ve bu nedenle duman kısa sürede dağılıyordu. Bazı durumlarda, tribünlere bir renk katmak için, takımlar sahaya girerken okullara, üniversitelere, ofislere kaçırılan yangın söndürücüler bile kullanıldı….devam edecek

 

 

*İtalyan Demiryolları güvenlik talimatlarına göre trenlerde meşale bulunmaktadır!

Diesen Post teilen
Repost0
Published by Erdal Güngör
11. Juni 2023 7 11 /06 /Juni /2023 11:35

Uluslararası Futbolcu sendikası Fifpro, Dortmund'dan Jude Bellingham'ı örnek göstererek genç oyuncular üzerindeki baskının nasıl arttığını belgeliyor. Diğer top klas liglere nazaran Dünya Kupası'ndan sonra sakatlığa yatkınlık açısından Bundesliga, geç başlaması nedeniyle de genel olarak daha iyi durumda.

Jude Bellingham 29 Haziran'da 20 yaşına giriyor. Bugün itibariyle, hazırlık maçlarını saymazsak, lig, üst düzey Avrupa kupa ve uluslararası milli maçlarda 14,445 dakika oynamış durumda. Bu sayı, 20 yaşına kadar 10,989 dakika oynayan İngiliz milli takımının bir önceki rekortmeni Wayne Rooney'den (1985 doğumlu) oldukça fazla.

Profesyonel Futbolcular Sendikasından Önemli Uyarı!

Jude Bellingham gibi günümüzün genç oyuncuları geçmişe göre daha fazla fiziksel ve zihinsel zorlanma altında. Diğer genç oyuncuların daha yakın zamanlardaki karşılaştırıldığında değerleri daha da düşük: Jadon Sancho (2000 doğumlu) genç yaşta 7184, Raheem Sterling (1994) 7174 ve Marcus Rashford (1997) 5936 dakika oynadı. Uluslararası futbolcular sendikası Fifpro'nun genel sekreteri Jonas Baer-Hoffmann, "Oyun takviminin giderek kısalmasının günümüzün en iyi oyuncuları üzerinde önceki nesle kıyasla daha fazla zihinsel ve fiziksel baskı yarattığı kanıtlanmıştır," diyor.

 

Bu yaz 103 milyon avro bonservis bedeli karşılığında Real Madrid'e transfer olan Bellingham, tüm sezon boyunca diz problemleriyle boğuştu ancak yine de BVB ve milli takım için Katar'daki Dünya Kupası da dahil olmak üzere çoğu maçta kendi isteğiyle oynadı.

 

Fifpro oyunculara rahatlama sağlanması için kampanya başlattı. Bellingham üst düzey futbol kariyerine ilk kez 2019 yılında 16 yaş 38 günlükken İngiltere ikinci liginde Birmingham City FC formasıyla başladı. Fifpro uzun süredir zorunlu sezon içi ve sezon dışı tatiller, İngiltere'de geçirilen hafta sayısına sınırlama getirilmesi ve yurt dışı seyahatlerin en aza indirilmesi için kampanya yürütüyor. Başkan David Aganzo, İstanbul'daki Şampiyonlar Ligi finali öncesinde bir raporun lansmanında yaptığı konuşmada, "Oyuncuları psikolojik ya da fiziksel yaralanmalardan korumak için bazı önlemler almamız son derece önemli" dedi.

 

Katar'daki Dünya Kupası futbolda bugüne kadar bilinmeyen olağanüstü durum oluştu. Üst düzey oyuncuların iş yüküne ilişkin 60 sayfalık raporla futbolcular sendikası, Katar'daki Dünya Kupası öncesinde ve sonrasında tamamen yetersiz hazırlık ve toparlanma süreleri olarak gördüğü durumu da belgelemek istiyor. Maçların kış aylarına denk gelmesi nedeniyle ortalama hazırlık süresi 31 günden yedi güne, son maçtan sonraki ortalama toparlanma süresi ise 37 günden sekiz güne düştü. En uç örnek, Polonya'nın Dünya Kupası'ndan ayrılmasından dört gün sonra İtalya Serie B'de Benevento Calcio formasıyla sahaya çıkan Kamil Glik'ten geldi.

 

Premier Lig (26 Aralık), Ligue 1 (28 Aralık) ve La Liga (29 Aralık) Dünya Kupası'nın ardından Aralık ayında, Serie A 4 Ocak'ta ve Bundesliga ise 20 Ocak'ta lig maçlarına yeniden başladı. Fifpro raporuna göre yılın ilk dört ayında Almanya'nın en üst liginde 137, İspanya'da 160, İngiltere'de 187, İtalya'da 194 ve Fransa'da 196 kas, bağ ya da tendon sakatlanma vakası görüldü. Belirtilmeyen "Diğer sakatlıklar" kategorisi de dahil olmak üzere, Nisan ayına kadar 1394 sakatlık sayıldı. Baer-Hoffmann "2024/2025 oyun takvimi sporcuların sağlıkları ve kariyerleri üzerindeki baskıyı daha da arttıracak" diyerek federasyonların ve kulüplerin "özen yükümlülüklerini daha güçlü bir şekilde yerine getirmelerini" talep ediyor.

Vahşileşen endüstriyel futbol, aslında finansal futbol demek daha doğru olur, futbolun gelişmesine katkısı SIFIR! Aksine! Dünya kaynaklarını ve İnsanı tüketerek bitiriyor. Günümüzün üst düzey profesyonel futbolcuları bir zamanların yarış atlarından bir farkı kalmadı, tek avantajları insan olmaları. Jude Bellingham verilerine baktığımızda bu vahim tablo göze çarpıyor. Milyonlarca dolar, Euro, Sterlin kazanan oyuncuların üzerine binen baskı, yıpranmaları ileri yaşlarda ortaya çıkacak hasarı para ile telafi etmesi mümkün değil.

 

Gittikçe canavarlaşan toplumların tüketim alışkanlığı, Futbola hâkim olan TV/bahis vb. eğlence endüstrisi para için her şey yapmaya hazır, gerekirse Dünya’yı da yok edecek kadar aç gözlü. Niteliğini kaybeden yarış atları beklenen performansı vermediğinde kafasına sıkıyorlar gün gelir prof. Futbolcularında sonu aynı olur, kim bilir?

 

                  KAHROLSUN endüstriyel futbol ve uşakları…!

Diesen Post teilen
Repost0
Published by Erdal Güngör
3. Juni 2023 6 03 /06 /Juni /2023 10:40

Romanı baştan okumak için aşa linke tıklayın;

Can sıkıcı pazartesilerden biri, tozun sigara dumanına karışmış leş gibi naftalin kokan oda. Pencereden vuran güneş ışınları oda meşaleye boğulmuş güney tribününü andırıyordu.

 

Toz duman içinde kalan D. Temiz hava almak için pencereyi açtı, polisten saklanmanın en güvenilir yolu düşmanın şehrinde olmaktı. İşe yaramıştı ama yine de gündüz sokaklardan uzak durmak daha emniyetliydi.

 

Küçük bir motelde kalıyordu, bok yuvası demek daha doğru olur. Tuvaletin künkü en son 20 sene önce temizlenmiş olmalı, sap sarı leş gibi kokuyordu. Paslanmış duş vanasını açtı buz gibi suyla duş aldı, kendini kaçak dizisinde polisten kaçan Dr. Kimble gibi hissediyordu.

 

Suçu, geçmişte bir Ultra grubu mensubu olmaktı, karşılıksız her pazar günü yağmur çamur mesafe tanımadan armanın peşinden koşan bir Ultra. Gruptan ayrılalı çok olmuştu ama suçu hafiflememişti. D. Bir Ultra yazardı, geçmişte tribünde yaşananları, Ultra felsefesini genç nesle aktaran davanın sürmesi için mücadele eden yazarlardan. Ülkede Ultra olmak bir suçtu, terör suçu ile eşitti. Güvenlik güçleri bu akımın önüne geçmek ve yok etmek için büyük çaba gösteriyordu özel birlikler oluşturulmuştu.

 

Telefonu çaldı, diğer uçta bir zamanlar beraber tribünde omuz omuza mücadele verdiği can dostu Giovanni.

 

-        Selam gio nasılsın?

-     D. Nerelerdesin amk özlettin kendini

-     Kaçıyorum kanka peşimdeler

-     Yazılarını okuyorum dostum, bak sana yeni hikâye buldum ihtiyar bir Cremonalı anlatacak seni tanıyormuş.

-     Cremo’lu?  ver bakalım konuşalım

 

 

-  Selam, ben Cremona'dan Massimo. Sesto San Giovanni'de alt liglerden Ultra gruplarının bir toplantısında tanıştık. Bana ultra hikayelerden oluşan bir antoloji yazma projenizden bahsetmiştin. Birçoğu hatırlamaz İtalya'da bir futbol maçı vesilesiyle ilk ölenlerden biri Cremona'dan Cremo'yu, Milan'ı ve her şeyden önce futbolu seven bir çocuktu. Adı Marco'ydu ve San Siro'ya Cremo'nun Serie A'ya yükselmesini kutlamak ve büyük Milan'a karşı sahada nasıl bir performans sergileyeceklerini görmek için gitmişti. Hayatının en mutlu günüydü. Bir otoparkta, sırf arabasının plakası Cremona olduğu için bir Milan ultra tarafından kalbinden bıçaklandı ve öldü. Kalbinin yarısı kırmızı ve siyah olmasına rağmen O kadar saçma bir hikâye ki kimse hatırlamak istemiyor. Bunu bizim için sen yap. Sana bu trajedinin açıklamasını Ultras Cremonese'nin ana sayfasında olduğu gibi gönderiyorum.

 

- Tamam mail adresimi not al oraya atarsın. Bu arada siz Cremona’lılar çifte ırksınız orospu çocukları cezasını çekiyorsunuz.

-  Ya siktir et bro sen işine bak amk, hikâyeyi yaz kolay gelsin.

 

20 Eylül 1984, San Si-ro stadyumuna akın eden 10,000'den fazla Cremonesi için gerçekten inanılmaz bir gündü. Marco Nicoletti takımının ilk golünü attığında, özellikle de Kırmızı Gri Taraftarlar pankartının arkasında toplanan bizler kelimenin tam anlamıyla patladık.

Öyle bir tezahürat vardı ki, altımızda duran Commandos Tigre bu duruma şaşırmıştı. İlk yarının sonunda birkaç Milanlı günye tribünden kavga çıkarmak için yanımıza geldi, ancak her şey hakaretlerde kaldı diyelim.

 

Maçtan önce ise stadyum çevresinde birkaç küçük çatışma oldu ve iyi savunma yaptılar.

Daha sonra Hatley'in iki golüyle 2-1 kaybettiler ama sahada Cremo, Baron Nils'in çalıştırdığı Milan'a karşı kendilerini utandırmadı iyi maç çıkardılar.

 

Stadyumdan ayrılırken rakip Ultralar ile sözlü sataşmalar oldu. Ancak o yıllarda San Siro'da temas ararsanız bu kolaydı ve o zamanlar polis koruması olmadan bu daha da kolaydı.

 

Her neyse, otobüslerimiz ve arabalarımız tekrar yola çıktı ve ancak şehre vardığımızda stadyum otoparkında neler olduğunu duyduk. Olay aşağı yukarı şöyle gelişti: Maçın bitiş düdüğüyle birlikte arabaya dönerlerken Castelleone'den (Cremona eyaletinde bir kasaba) gelen dört çocuk saldırıya uğradı ve Marco nasıl ve neden olduğunu bile anlamadan bıçaklandı.

 

Marco Fonghessi ölümcül bıçak darbelerini boynundaki Milan atkısı ve kolunun altındaki Cremonese koltuk minderiyle aldı. O sırada ne Milan şehri ne kulübü, ne de taraftarlar en azından herhangi bir duyguyu ima etmek için büyük bir çaba göstermedi. Kırmızı siyahlı yönetimden hiç kimse cenazeye katılmadı ve Marco Fonghessi'yi aynı zamanda ve özellikle bir Milan taraftarı olarak düşünürseniz, kelimeler kifayetsiz kalır. Bir taziye telgrafı bile yollamadılar.

 

Rövanş maçında birçok büyükı olay yaşandı. Bir Cremonalı deneme yaptı, raylardan birkaç cıvatayı söktü ve Milanisti'yi şehre getiren trenle neredeyse kazaya neden oluyordu (denedi... kulağa daha iyi geliyor)

 

Maç havai fişeklerle sona erdi. Birkaç Milanisti sahaya atladı ve bizimkilerden dördüyle kavga etti, hatta Mondonico da kavgaya katıldı bizimkilere yardım etti! Diğer Rossoneri'ler tribüne saldırdı ve içimizden biri o anın sıcaklığıyla onlara davul fırlattı (Fossa'dan gelenler bunu anlattı). Sonra dışarıda tren taş yağmuruna tutuldu ve çok sayıda tutuklama oldu, toplam 10-15 kişi karakola götürüldü ve orada da neredeyse bir arbede yaşandı.

 

Diyelim ki çok daha fazlası yapılabilirdi ama böyle oldu. Belki herkes için daha iyi oldu.

Ama birisi gri bir duvara kırmızı boya ile şöyle yazmış: “Marco, intikamın alınacak” devam edecek...”

Diesen Post teilen
Repost0
Published by Erdal Güngör
30. Mai 2023 2 30 /05 /Mai /2023 07:50

                                            Sahaya geri dönüyoruz

 

Ultralar, sadece büyük maçlar için değil, Serie A'dan C'ye, o zamanlar her zaman dolu olan stadyumlarda, tribünün en önünde tellere yakın, birbirlerine bastırarak, oyunu kesinlikle ayakta takip ederler. Tezahürat, sette duran tribün liderleri tarafından organize, koordine edilir ve yönetilir. En iyi bilinen isimler arasında (aşağıda bahsedilenlerin hepsi bugün hayatta değil) Juventus'un ilk günlerdeki Filadelfia tribünün Ultra lideri karizmatik Beppe Rossi ve Toro'nun Maratona tribünün lideri Joe, nam-ı diğer Salvatore Genova vardı. Ya da Lazio'nun 'Tassinaro' olarak bilinen Goffredo Lucarelli'si veya Salerno'nun herkes tarafından 'il Siberiano' olarak bilinen Carmine Rinaldi'si. Şubat 2017'de, Catania Ultra olşumunun kurucusu 'Falange' olarak bilinen Ciccio Famoso hayatını kaybetti.

Ultralar, Dün Ve Bugün-21

Ultras liderleri, daha görünür olmak ve böylece diğer taraftarlar tarafından duyulup takip edilmek için alçak duvarlarda, korkuluklarda ve beton platformlarda durarak tezahüratın yönetimini ele alırlar. En yenilikçi gruplar 1970'lerin başlarında megafonları futbol tezahüratına dahil ederek siyasi propaganda için kullanılan bir başka aracı yeniden tasarladı ve geçit törenlerinden tribünlere taşıdı.

 

Juventuslu Beppe Rossi, 1970'lerin ultraları ile birlikte bu fenomeni araştıran ilk kitap ve belgesel versiyonu Ragazzi di stadio'nun yönetmeni ve yazarı Daniele Segre'ye tribünü şöyle tarif ediyor "Ben sadece stadyum atmosferiyle ilgilenirim. Tribünde sette dururken biraz aksiyon görürüm ama maçın geri kalanında insanların bağırmasını yönlendirmek için sahaya hep arkamı dönerim" dedi. “Gol, onu görürsünüz ya da görmezsiniz fark etmez”. Ultralar için, hatta kökenleri için bile önemli olan orada olmaktır. Maç da önemlidir, nihai sonuç da ama belli bir noktaya kadar. Ultralar için tezahürat yapma mücadelesinin kahramanları olmak şimdiden çok daha önemli hale geliyor.

Ultralar, Dün Ve Bugün-21

İtalya'daki birçok stadyumda taraftarların üstünlüğünün ve Ultras kimliğinin sahadaki nihai sonuçtan daha değerli olduğunu vurgulamak için söylenen (goliardia bileşeni olmadan değil) “A noi della partita, non ce frega un cazzo” (oyun umurumuzda bile değil) korosuyla sentezlenen kavramın radikalleşmesine kadar. Ve bugün bile birçok Ultra maç sonunda, özellikle deplasman maçlarında, takımın sahada elde ettiği sonuçtan neredeyse daha fazla, tribünlerdeki grubun performansını, tezahürat ve sayısal katılım mücadelesini tartışır ve analiz eder.

 

Ultra hareketin İtalya’da başladığı tarihten günümüze kadar gelen ve neredeyse tüm Dünya’da bu harekete gönül vermiş, benimsemiş tribüncülerin bir ortak felsefesi vardır;

 

Maçın devam ettiği dakikalar içinde dünyanın merkezinde siz varsınız. Ve bunun sizin için bu kadar önemli olması, 90 dakika susmadan verilen karşılıksız destek, tüm bunlar için çok önemli bir unsur olması, bunu özel kılıyor. Çünkü oyuncular kadar maça belirleyici oldunuz. Ve siz orada olmasaydınız, futbol kimin umurunda olurdu ki? Harika olan şey de tüm bunların tekrar tekrar yaşanması....!

Ultralar, Dün Ve Bugün-21

Hangi takıma gönül verdiğiniz önemli değil, ister Galatasaray tutkusu olsun ister burada incelediğimiz örneklerde olduğu gibi herhangi bir İtalyan futbol takımı tutkusu, hepsi tribünde aynı şeyi yapar. Ultralar takım için belirleyici olabileceklerinin, destek olabileceklerinin, zafere doğru koşarken belirleyici enerji olabileceklerinin çoktan farkına varmışlardır.

Football without Ultras is Nothing….! Devam edecek

Diesen Post teilen
Repost0
Published by Erdal Güngör
25. Mai 2023 4 25 /05 /Mai /2023 10:43

Eklediğim linkten romanı baştan okuyabilirsiniz;

                                                         Heysel 29.05.1985

 

 

29.05.1985 Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası Finali Juventus – Liverpool. Yer Belçika'nın Brüksel kentindeki "Heysel" stadyumu.

 

"Liverpool güçlü ama onları yenebileceğimizi biliyoruz," dedi Platini. "Bunu daha önce ocak ayında, Torino'daki Comunale stadyumunda, inanılmaz kar yağışının ardından kırmızı topla oynadıkları zaman yapmıştık. Boniek o gece olağanüstü bir performans sergilemişti. Zibì'nin iki golüyle 2:0 kazandık, Süper kupayı da böyle aldık.”

 

                                         Grande Place

 

Brüksel'deki Grand Place meydanı, 29 Mayıs 1985 günü sabah saat onda paramparça olmuş bir halıya dönmüştü. İngilizler her yerde kamp kurmuşlardı. Birçoğu yerde yatıyor ve bira kartonlarını yastık olarak kullanıyordu, içki ve işemeyle geçen uzun bir gecenin ardından etrafta sadece yarısı boş kutular görünüyordu.

 

Boş şişeler el bombası gibi yere ya da eğlence olsun diye havaya atılıyordu. Z bölgesinin önündeki tepenin ardındaki Atomium'un, gerçek dışı masmavi gökyüzüne karşı duran, pencereler ve yürüyen merdivenlerle dolu devasa bir paslanmaz çelik yapıydı. Bu fütüristtik yapı insan bilgisinin ve aklının yüceliğini sergiliyordu. Geriye dönüp baktığımda, neredeyse kafirce bir kumar oynandığını görüyorum.

 

Güzel bir gündü, güneş pırıl pırıl parlıyordu ve hava sıcaklığı makul derecede yüksekti. Brüksel'in birçok meydanı bayraklar ve atkılarla doluydu, bazen Juve'nin siyah ve beyazı, bazen Liverpool'un ateşli kırmızısı. İngilizlerin gürültülü tezahüratları şehrin sokaklarında yankılanıyor, İtalyan taraftarların daha rastgele ve daha az organize tezahüratlarına karışıyordu. İngilizler ve İtalyanlar, İtalyan taraftarların daha gelişigüzel ve daha az organize tezahüratlarına karışıyordu.

 

İngilizler ve İtalyanlar birbirleriyle tanışmakta tamamen rahattılar. Atmosfer dostça, kahkahalar, şakalar, atkı değişimi, karşılıklı saygıya odaklanmıştı.

 

                                   Bir katliamın başlangıcı

 

Saat 16:00 sularında, tıklım tıklım dolu binlerce genç taraftar sabırla İtalya'dan gelen Ultralar kulüpleri için ayrılan köşenin (Sektör Z'nin tam karşısında) kapılarının açılmasını bekliyordu. Kızgınlığın ilk işareti tam oradaydı. Saatlerdir güneşin altında bu girişlerin açılmasını bekliyorlardı. Ancak Belçika polisi yüzünden bu büyük bir sorun gibi görünmüyordu. Binlerce insanın ortasında, baskıcı görünümünü kaybetmemek için çok endişeli olsa da yine de kendini at sırtında ortama hâkim gösteren polis.

 

Taraftarların ortasında devriye gezen bu atlı birlikler, belli ki bu kadar gürültüden ve bu kadar çok insandan rahatsız olarak kişneyen atlar tekme atıyor, taraftarlar arasında dalgalanmalara neden oluyordu. Birkaç santimetre ötelerinde bıraktıkları dışkıdan hiç bahsetmiyorum bile. Ellerinde garip tahta coplar taşıyan birkaç jandarma şaşkın ve kaybolmuş bir şekilde etrafta koşuşturuyordu.

Brüksel stadyumu virane görüntüsüyle dikkat çekiyordu. Harap, eskimiş, böylesine önemli bir final için onu seçen UEFA kadar suçlu. Yüzyılın Maçı! "Yüzyılın Maçı!" diye gürlüyordu İngiliz gazeteleri ve dergileri dokuz sütun halinde, yırtık pırtık ve dışkı bulaşmış bir halde, stadyum önündeki kaldırımda birbirlerine çarparak.

 

Bazı İngiliz taraftarlar topuklarını basamaklara sertçe vurarak tuğla ve taş parçalarını kolayca yerinden kırdı ve ceplerini mermilerle doldurdu. Ayrıca, stadyumun seviyesi caddenin seviyesine kıyasla çok düşüktü alçaltılmıştı çünkü saha bir tepenin altındaki çukurda bulunuyordu. Bu nedenle, tribüne giriş kapılarından ayıran sınır duvarı gülünç bir kolaylıkla aşılabiliyordu. Birkaç düzine Belçikalı jandarmanın donuk ve aciz bakışları altında.

 

Bazı İngilizler herhangi bir arama yapılmadan rahatça içeri alındı. Diğerleri, Sektör Z'nin önündeki kaldırımdan kırdıkları sopalar ve çimento parçalarıyla bloğa koştu. Diğerleri ise tüm bira kasalarını ve içki şişelerini taşıdı. Bileti olmayan ya da başka sektörler için bileti olan pek çok kişi köşelerdeki ahşap kapılara tırmandı ya da kapıları tekmeleyerek açtı.

Böylesine önemli bir final için ideal güvenlik önlemleri!

 

                                              Z Sektörü

 

Sektör Z'nin üzerindeki gökyüzü turuncuydu ve İngiliz bayraklarının kırmızısının, etkileyici atkı hareketlerinin, formaların, yeleklerin, meşhur, tehlikeli şöhretli "Kırmızıların” tutkulu, şiddetli ve saldırgan holigan olarak ünleriyle Avrupa çapında bilinen, korkulan ve saygı duyulan taraftarların asık suratlarındaki sert bakışlarının yansıması ortamın muazzam gerginliğini ifade ediyordu.

 

                               Liverpool taraftarları

 

Z tribünü uçsuz bucaksız bir kırmızı denize dönüşmüştü. Tezahüratlar bu kez öncekinden daha güçlü bir şekilde stadyumda yankılandı ve eğlence her zamankinden daha güzel bir şekilde devam ediyordu "You'll never walk alone!" Bir uluma. Liverpool taraftarlarının sunabileceği en güzel şey.

 

Liverpool bir yıl önce Roma Olimpiyat Stadyumunda AS Roma'ya karşı oynadıkları Ulusal Şampiyonlar Kupası Finalinde Falcao, Conti ve Di Bartolomei'ye hayran kalmışlardı. Sonunda dramatik bir penaltı piyangosunun ardından kaybettiler. Roma’da holiganlar yine renkleri, tezahüratlarının bütünlüğü ve genel olarak ihtişamlarıyla hayranlık uyandırmıştı. Sarı ve kırmızı Olimpico stadyumunun içinde kendine has bir gösteri, daha önce hiç olmadığı kadar dolu ve coşkuluydu. Orada da İngilizler, İtalya'nın başkentini kasıp kavuran çatışma içine girdiler ve tehlikeli olduklarını kanıtladılar. Ama burada çatışmalar eşit zihniyete sahip gruplar arasında patlak vermişti. Roma Ultraları ve İngiliz holiganları arasında. Ve görünen o ki gazetelerin verdiği haberlerden anlaşılan adadan gelen kötü şöhretli holiganlar Romalı Ultraların hışmına uğramıştı ve fena dayak yediler. Ancak Heysel stadyumunda durum aynı değildi, aynı olamazdı da. Dövüşlerin "eşit zihniyet grupların arasında" gerçekleşmesi için hiçbir koşul yoktu. Sadece masumların suçlu bir şekilde katledilmesi için koşullar vardı.

 

Gençler arasında bir dostluk maçı düzenlendi. Tesadüfe bakın ki, taraflardan biri beyaz ve siyah, diğeri ise kırmızı tişörtler giyiyordu. Açıkça görüldüğü üzere, Juventus taraftarları beyaz tişörtlüleri, Liverpoollu kızıllar da kırmızı tişörtlüleri destekliyordu.

Maçın ortasında, İngilizler için ayrılan bölümden bir işaret fişeği fırlatıldı ve İtalyanların bölümüne düştü. Juventus taraftarları açıkça sayı olarak üstündü. Ölümcül olduğu kanıtlanacak olan bu sebepten ötürü, Z Sektörünün ikiye bölünmesine ve fazla İtalyan seyircileri yerleştirmek için iki yarının basit bir çift tel örgü ile ayrılmasına karar verildi. Bu alanda (özellikle de asla var olmaması gereken "Sektör Z" olarak adlandırılan alanda) İtalyan ve Belçikalı ailelerin çoğu, yurtdışından gelen yüzlerce İtalyan, İtalya'nın dört bir yanından, özellikle de güney ve orta İtalya'dan biletlerini bir tür bayiden alan insanlar ve gidecek yeri olmayan birkaç Japon turist oturuyordu. Son olarak, doğrudan bu bölüme transfer edilen birkaç talihsiz kişi daha vardı. Hayatta kalanlardan bazıları daha sonra telaş ve heyecan içinde bilette "N" yerine "Z" okuduklarını ve hatayı ancak son anda fark edip girişi değiştirdiklerini anlatacaktır. Bir sezgi hiç bu kadar yardımcı olmamıştı.

 

Örgütlü destek veren Ultra grupları ve siyah-beyaz taraftar en güçlü ve şiddetli grupları karşı tarafta, 0, N ve M sektörlerinde konuşlanmıştı.

 

                 Take the End (Sonlarını getirin)

 

Akşam saat yedide Heysel Stadyumu'nda kendinizi gerçekten iyi hissedebilirdiniz, hava bahar tazeliğindeydi ve bayraklar masmavi gökyüzünde dalgalanıyordu. Bir renk ve tezahürat cümbüşü. Ancak Juventus taraftarlarının bulunduğu bölümdeki işaret fişeğinin etkisi, İngiliz taraftarların kitlesel göçünü tetiklemişti. İlk başta orada kalmış gibi görünüyordu.

İtalyanlar hemen tekrar yaklaşarak İngilizlere küfürler yağdırdı ve kendilerini onlardan ayıran parmaklıklara doğru fırlattı.

 

Sözlü provokasyon sarhoş İngiliz taraftarlar başlattı. On ya da on bir yaşlarında iki ya da üç çocuk, bir parça gazete ya da birkaç taş atarak çürük çitlere karşılık verdi. İki taraftar grubunu ayırmak için bir tavuk kafesinde kullanan ince teller ve bir tür sözde güvenlik kuşağı oluşturan dört ya da beş polis. İnsanların geri kalanı tüm olan biteni eğlenerek ve oturarak izliyordu.

 

Sonra holiganlar kendi paylarına kendilerini çitlere, çok geçmeden yıkılacak olan çitlere doğru attılar. Dalgalar halinde ilk saldırılar başladı, "Take the End" diye bağırıyorlardı, “Sonlarını getirin!" ve bir ileri, bir geri çekilme arasında yarım dakikalık aralık bırakarak saldırıyorlardı.

 

İkinci saldırıya gelindiğinde, insanlar çoktan küçük binanın önünde toplanmıştı. Üçüncü saldırı ise onları tamamen sıkıştırmak içindi. İlk dalga sırasında birkaç kişi katmanların yanındaki küçük siperlere sığındı. Diğerleri duvara çarparak ezildi ve yine diğerleri duvardan aşağı yuvarlandı. İki grup, daha doğrusu holiganlar ve İtalyan ailelerden oluşan doğrudan birbirleri ile çatıştı. Sonuncular yani aileler İngilizlerin hiddetinden kaçamayıp stadyumun alt sınır duvarına doğru itilerek önceden aşağıda olanları ezdi ve boğdu.

 

Belki de paradoksal bir şekilde, siyah ve beyaz Ultralar orada olsaydı bu trajedi hiç yaşanmayacaktı ya da en azından bu tür sonuçlara yol açmayacaktı. Her şey belki de eşit gruplar arasında kanlı bir kavgayla, kayıplarla ve belki de daha fazlasıyla sona erecekti, ancak hiçbir şey tribün duvarının büyük bozgununu ve çöküşünü tetiklemeyecekti.

 

                               Ve Katliam Başlıyor

 

Kan banyosunu andırıyordu. İlk dalga neredeyse bir göz aldanması gibiydi, sanki Heysel Stadyumu bir elekti ve birisi yukarıdan kan lekeli iki devasa eliyle onu sallıyordu. Liverpoollular ana tribünün karşısındaki noktadan Siyah ve Beyazlara doğru ritmik bir şekilde, ordular halinde saldırdı. Havada uçuşan coplar, bayrak direkleri, cam şişeler ve hatta Belçika polisi tarafından unutulmuş birkaç tuğla.

 

Birçok İtalyan, Liverpoollular tarafından kalleşçe bire karşı on pozisyonda vuruldu ve sökülen korkuluklara fırlatıldı. İki ya da üç kişi parçalanmış halde kaldı. Herkes duvara doğru ilerlerken tribünlerde boşluk vardı ve Liverpool holiganları arasında cesetlere taş ve basamak parçaları atmaya devam edenler ve cesetlerde cüzdan ve mücevher zinciri arayanlar vardı. Siyah ve beyaz bayraklar ve pankartlar yırtıldı ve ateşe verildi. Juventus atkıları savaşta kazanılmış ganimet gibi kutlandı.

 

İtalyan taraftarlar boş buldukları yere sığındı, bazıları tribünün üstündeki iskeleye tırmandı, diğerleri ise ilk ölümcül dalga tarafından çoktan ezilmiş cesetlerin üzerinden geçerek kendilerini kurtarma peşindelerdi. Jandarmalar, koşu pistine ve sahaya sığınan İtalyan taraftarlara yardım etmek ve onları korumak yerine, coplarıyla çılgınca saldırmaya başlayarak panik ve karmaşayı daha da arttırdı. İkinci ve üçüncü saldırı dalgaları sektördeki alt çevre duvarını yıktı (İngilizler Y ve X sektörlerinden saldırdı) ve insanlar çılgınca birbirlerinin üzerine düştü. Herkes ezilerek, boğularak, çiğnenerek öldü.

 

"Kayıplar var", basın tribününden hızla yayılmaya başlayan korkunç ifadeydi. Kalabalık tarafından neredeyse tamamen parçalanmış korkulukları, doğaçlama ürkütücü sedyeler olarak sahaya yaymaya başladılar. Taraftarların ayakkabısız, vücutları şişmiş ya da yırtılmış cansız bedenleri, yıkılan duvarın arkasında bir sıra halinde dizildi ve saygı amacıyla siyah-beyaz bayraklar ve pankartlarla örtüldü. Kan banyosu sona ermişti. Bir Avrupa stadyumunda yaşanmış en korkunç trajedilerden biriydi.

 

Karşı bölgeden pek bir şey fark edilmedi. Sonuç olarak, sadece üç saldırı olmuş gibi görünüyordu ve İngilizler İtalyan tarzında saldırmadıkları için özellikle tehlikeli bile değillerdi. Bunun yerine dalgalar halinde ilerlediler ve tekrar geri çekildiler. Sanki diğer köşeden bakıldığında daha çok bir "gösteri" söz konusuymuş gibi, sanki sadece "sonunu getir" ritüeli, yani rakibin köşesinin fethi gerçekleştiriliyormuş gibi görünüyordu. Tipik bir İngiliz hakimiyet kurma yöntemi. Sanki askeri, siyasi ve ekonomik sömürgecilik fikri futbol stadyumlarında da uygulanabilirmiş gibi.

 

Fighters'ın köşesinden bakıldığında bu garip saldırılar, Ultras değil "normal" taraftarların sahaya sığınmasına dönüşen "küçük yumruklaşmalar" gibi görünüyordu.

Fakat aniden yavaş yavaş (o yıllarda cep telefonu ya da radyo yoktu) İtalyan taraftarlar arasında daha ciddi çatışmalar ve bazı ölümler olduğuna dair söylentiler yayılmaya başladı.

 

Fighters, Indians ve GBN (Gioventù Bianconera) tribünleri çılgına döndü.

Yüzlerini atkı, forma, eşarp ve kar maskeleriyle kapatan onlarca genç görülüyordu. Gösteri beklentisiyle oluşan şenlik havası şiddetli, elle tutulur, intikamcı bir gerilime dönüştü.

Stadyum tribünlerinden tekmeler ve çelik çubuklarla kırılan taşlarla silahlanan taraftar sürüler halinde saldırıya geçti. Bariyer çözüldü ve geniş açıklıktan onlarca juventuslu, istilaya çaresizce direnmeye çalışan Belçikalı milisleri ezerek koşu pistine döküldü.

Bazıları bayrak ve pankart direklerini çıkarıp gökyüzüne doğru saldı, diğerleri kemerle vuruyordu, bazıları cam şişeler fırlattı. Bir grup jandarmalarla ve basın tribününün yanındaki sektörlerde duran İngiliz destek birlikleriyle çatışmaya başladılar. Birkaç kez jandarmalar araya girerek iki grubu ayırmaya çalıştı. Çatışma görüntüleri tüm Avrupa'da canlı olarak yayınlanırken, bu durum dakikalar boyunca devam etti.

 

Bu arada, ikinci İtalyan televizyon kanalında milli takım, Meksika 86 Dünya Kupası öncesinde Meksika'nın yüksek rakımlı iklimine alışmak için Juventus'un düzenli oyuncuları olmadan Puebla'da Amerika Birleşik Devletleri'ne karşı anlamsız ve sıkıcı bir hazırlık maçı oynuyordu.

 

Aniden, yeşil bomber ceket ve kot pantolon giymiş genç bir adam, kaynayan siyah beyaz tribünün altındaki koşu yolunda ilerledi. Bir tabanca çıkardı ve tehditkâr bir şekilde jandarmalara ve İngilizlerin oluşturduğu tribüne doğrulttu. Daha sonra bunun kurusıkı bir tabanca olduğu anlaşılacaktır. Bu olayın en sembolik görüntülerinden biri haline geldi. O toplu çılgınlık gecesinin.

 

Milli takım forması giyen sarışın bir İngiliz foto muhabirinin kafasına bir taş isabet etti ve yaradan oluk oluk kan akıyordu. Daha da kötüsü bu kişi bir polis birliği tarafından coplarla dövüldü. Bunlar trajedinin sadece birkaç enstantanesi. Daha milyarlarcası görgü tanıklarının ve olayı evlerinden takip edenlerin hafızalarına sonsuza dek kazındı o akşam.

 

Juventus’lu yaklaşık 50 Ultra İngilizlere saldırmaya çalıştı, ancak hemen durduruldular. Şimdi "Red Animals" pankartı ortaya çıktı ve arkasında Fighters grubu havaya kaldırılmış kollar ve kapüşonlu yüzlerle dolu bir kortej düzenlediler. Bu saldırı düzlüğün başındaki koşu parkurunda durduruldu.

 

Yüzyılın utanç dolu maçı 60 dakika gecikmeyle başladı. Juve penaltı olmayan bir penaltıyla kazandı. Orta sahada durma noktasına gelen maçın 58. Dakikasında vücut geriliminden yoksun, korkudan bunalmış ve engellenmiş sporcular tarafından oynandı. Korku hakimdi saha içinde.

 

Gillespie'nin Boniek'e ceza sahasının dışında yaptığı faul. Tereddütlü İsviçreli hakem Daina tüm maç boyunca ilk kez sert bir şekilde penaltı noktasını gösterdi ve Liverpool oyuncularının ürkek itirazları arasında penaltı noktasını gösterdi. Güney Alpleri'nden gelen takımın on numarası orada kendini gösterdi.

 

Liverpool’un Güney Afrikalı kalecisi Grobbelar, bir önceki yıl önce Conti'yi sonra da Graziani'yi muhteşem tamtam ve sahneye layık sahnelerle büyülemişti, Platini tarafından alt edildi. Gol.

 

Yüzyılın maçı nihayet sona ermişti. Futbol tarihinin en karanlık, en üzücü ve en çirkin maçlarından biri. Tribünlerin önünde üst üste dizili yatan ölüler, can çekişenler, yaralılar. Bariyerler, trakitimi kesileri yapan sağlık görevlileri tarafından sedyeye dönüştürüldü. Her yerde kan ve kesik boğazlar vardı.

 

At sırtındaki jandarmalar, bir Ridolini komedisindeki gibi coplarını sallayarak bir aşağı bir yukarı devriye geziyordu. Televizyonda canavarlığın tam boyutu net olarak gösterilmedi.

RAI UNO muhabiri Bruno Pizzul'un gür sesi tüm İtalyan evlerine gerçeklerin ihmal edilmesine varan derin bir ritimle yankı ediyordu, ta ki sonunda itiraf etmek zorunda kalana kadar "Buradaki basın tribününe korkunç bir haber ulaştı. Ölüler var, görünüşe göre beş ya da altı, belki de sekiz."

 

Sahada ise durum farklıydı. Stadyumdaki taraftarlar anlamıştı ama cesetlerin 39 kişi olduğunu henüz bilmiyorlardı….devam edecek

 

Diesen Post teilen
Repost0
Published by Erdal Güngör

Blog Içeriği

  • : Blog von Erdal Güngör
  • : Liberta per gli Ultras ! No Al Calcio Moderno ! Galatasaray,Ali Sami Yen,Metin Oktay,istanbul,Alpaslan Dikmen,Karıncaezmez Şevki,Fatih Terim,Hooligan,Ultras,Hagi,Two and a half Man,Football Supporters Europe,The Big Bang Theory,Çılgın Türkler, Family Guy, Fringe,eBileteHAYIR!
  • Kontakt