Overblog
Folge diesem Blog Administration + Create my blog
13. Januar 2013 7 13 /01 /Januar /2013 14:49

Yaklaşık 3 yıldır, Emre Çolak ve Semih Kaya’dan sonra Galatasaray altyapısından A futbol takımına futbolcu çıkmadı. Oysa bizi diğerlerinden farklı kılan özeliklerimizden biriydi altyapıdan oyuncu yetiştirmek.

 

Ne demişti Gül Baba;

 

"Bu tepeye, mekteb-i irfan tesis ile, orada okuyup yazanları hizmet-i hümayununda istihdam eyle, vakti gelince devletine lazım olur".

 

Ama maalesef bu özelliğimiz, başka deyimiyle “Galatasaray ekolü”  gittikçe kayboluyor. 

 

Ne sihirli Florya kaldı nede Kapalı ruhu.

 

Futbol ticareti yeni bir şey değil, profesyonel futbol başladığı günden itibaren var. Türkiye’de de yeni değil 90 yılı aşkın profesyonel futbol oynanıyor hatta Galatasaray bu yüzden bir zamanlar ikiye parçalanmıştı..

 

Ama bir zamanlar Galatasaray’ın içinde paradan daha ötesi kutsal şeyler vardı. Ali Sami Yen, “Aslan” Nihat Bekdik, Sabri Mahir, Gündüz Kılıç, Metin Oktay gibi, bir ekoldü. Ben hep bu yüzden Galatasaray’ı sevdim ve hala seviyorum...ama

 

Galatasaray, camiasıyla, taraftarıyla kabuk değiştiriyor, benim gibi Galatasaray’ı sevenlerinden uzaklaşıyor.

 

Galatasaray artık sporcu yetiştirme peşinde değil, ki bir zamanlar en büyük hazinesiydi altyapısı.

 

Galatasaray’ı yönetenlerin şimdi tek hedefi kombine satmak, hisse senetlerinle oynamak, medyada gereksiz polemiklere karışmak.

 

Rahmetli Canaydın döneminde başlamıştı bu transfer fetişistliği. Hani bir Pires vardı millet gece gündüz PC başında nöbet tutuyordu, ta o zaman türemeye başlamıştı bu geri zekalı güruh. Fakat kabahat onlarda değil, düzen böyle olmalarını istiyor.

 

Şimdi bu güruh öyle hale geldi ki, elin götü boklu Hollandalısını nerdeyse evliya ilan edecekler. Neymiş gelirse Galatasaray’a sınıf atlatırmış, vah zavallılar vah.

 

Galatasaray çoktan Metin Oktay’la farklı dimensionlara geçti. Fatih Terim, Hagi, Popescu, Taffarel, Bülent Korkmaz, Hakan Şükür, UEFA Kupası, Süper Kupa bunlarda teferruatı....

Diesen Post teilen
Repost0
Published by Erdal Güngör
11. Januar 2013 5 11 /01 /Januar /2013 15:15

Yıl 1815, yer Waterloo. Napolyon, İngiliz ve Alman orduları tarafından kuşatma altında, savaşı kaybedeceği kesin. Yine de Fransızlar her şeye rağmen direnmekte kararlılar, sonuçta Avrupa’nın kaderi bu savaştan çıkacak neticeye bağlı.

 

O sırada Rothshild hanedanına bağlı ajan Mr. Rothworth elinde matbaadan yeni çıkmış Hollanda gazetesi şle Ostende limanından bir gemiye atlayıp İngiltere’ye doğru yol alır. Napolyon’un savaşı kesin kaybettiği henüz yayılmadan haberi Nathan Rothshild’e ulaştırır.

 

Rothshild Hanedanın reisi Nathan ajanından haberi aldığında aklına bir şeytanlık gelir ve Napolyon’un savaşı kazandığı dedikodusunu yayar.Bunun üzerine İngiliz borsası %98 düşer ve Nathan Rothshild tüm hisseleri çerez parasına satın alır.

 

Olanlardan 20 saat sonra nihayet adaya Napolyon’un savaşı kaybettiği haberi ulaşır, borsa tekrar yükselişe geçer, böylece Nathan Rotshild ve hanedanı bir anda dünyanın en zenginleri olur.  

Kaynak; The Rotschilds, Portait of a Dynasty(Frederic Morton) >>link

 

Rothshildler Musevi. Müslüman ya da Hristiyan da olabilirlerdi fikrim yine değişmeyecekti. İnsanları birbirine düşürüp köşeyi dönenler benim için hepsi aynı.

 

Şu anda dünyanın neresinde bir savaş oluyorsa, bilin ki iki taraftan da ceplerini dolduran zalimler var.

 

Şu kahpe düzen içinde devletlerin başında olan katillerin birbirinden farkı yok. En kral Müslümanı münafığın önde gideni. Solcusu veya sağcısı, isimleri ne olursa olsun; Recep Tayyip, Kılıçdaroğlu, Bahçeli hatta Öcalan. Hepsi, neo-liberal sisteme bağlı katil devletlerin cellatları.

Diesen Post teilen
Repost0
Published by Erdal Güngör
8. Januar 2013 2 08 /01 /Januar /2013 04:57

İki sene önceydi ansızın çekip gittiler

 

Hatırladın mı?

 

Şarkıda söylediği gibi;

 

“Bir gün gelecek o yeri hatırlayacaksın,

 Hani birisi ilk kez yüzüne dokunmuştu

 Ve oraya geri dönecek, etrafına bakıp onu arayacaksın”

 


 

 

İşte “o gün, BUGÜN!”

Diesen Post teilen
Repost0
Published by Erdal Güngör
5. Januar 2013 6 05 /01 /Januar /2013 14:37

“Taraftar olarak tribünde takımınızı desteklemek için örgütlü hareket etmeyi düşünüyor musunuz? Öyleyse artık çok daha dikkatli olmanız gerekecek. Zira 2013′te ortaya konacak bir uygulamayla tribün grupları da terör örgütü kapsamında değerlendirilecek.”

 

Yukardaki satırlar ne 1984 romanından alıntı ne de Matrix filminden bir sahne. Yukarda okuduklarınız geçen gün bir spor dergisinde çıkan haber >>>link

 

İktidar partisi ülkeyi öyle bir hale getirdi ki asla muhalefet kabul etmiyor, bu yüzden fazla uğraşmayı gerek görmemişler sesini çıkaranlar anında terörist. Tribüncü, talebe, işçi fark etmiyor. Kafalarına göre, bir zamanlar kendi görüşlerine sahip kişilere baskı uygulayan, geçmişteki hükümetlerden intikam alıyorlar. Halk mağdur olmuş umurlarında değil, tasarladıkları düzene göre hareket etmeyenlerin kafası koparılıyor.

 

Bir tek sokaklar ve statlar özgürdü, statları susturuyorlar ve bu gidişle bir gün sokaklarda susacak.

 

                                                          #ebileteHAYIR!

 

Ortada hala karmaşıklık var ve kimse e-bilet hakkında doğru düzgün bilgiye sahip değil, her kafadan bir ses çıkıyor. Geçtiğimiz yaz ayında İstanbul’da düzenlenen Avrupa Taraftar Birliği kongresinin son gününde TFF’dan katılan yetkilide e-bilet hakkında yeterli bilgi veremedi. 

 

Karaborsayı engelleyeceği tamamen muamma fakat anlatılanlara göre Türkiye’de uygulanacak sistem gerçekleştirilirse kağıt üstünde mümkün. Ama ne demişti ünlü bir casus, “never say never.

 

Yetkililerin “UEFA kriterlerini uygulamak zorundayız” geyiği gerçekleri yansıtmıyor. Eğer onların istediği gibi olsaydı önce şike skandalına karışan Fenerbahçe, Beşiktaş, Sivas vb. kulüpler küme düşmeliydi. Diğer yandan Schalke04- Galatasaray ŞL. Karşılaşması biletleri şimdiden karaborsaya düşmezdi! İsteyen e-bay girer bakar. link

 

Medyanın sürekli zikrettiği Avrupa’nın birçok ülkesinde e-bilet sistemi Türkiye’de oluşturulmak istendiği gibi uygulanmıyor. Ve insan haklarını ihlal ettiğinden dolayı uygulanması kanunlara aykırı!

 

Hoş, Türkiye’de öyle koyun taraftarlar var ki e-bileti, 6222’yi savunuyorlar. Bu arkadaşlara tavsiyem 2009 senesinde Middlesbrough taraftarlarının başına neler geldi hatırlasınlar, blogda bahsetmiştim >>  Lütfen Susun !

 

Taraftarın terörist yasası kapsamına alınacağını destekleyenler, “benim başıma asla böyle olaylar gelmez” diyenler. Bir gün sizin için geldiklerinde sesini çıkaracak kimse kalmayacak!

 

 

Diesen Post teilen
Repost0
Published by Erdal Güngör
31. Dezember 2012 1 31 /12 /Dezember /2012 14:47
Diesen Post teilen
Repost0
Published by Erdal Güngör
30. Dezember 2012 7 30 /12 /Dezember /2012 16:07

Romanı baştan takip etmek için buradan >>> Münferit, Bir Ultras Romanı

 

                              Bu bir Toro-Ultranın hikayesi

 

O sweet bardan biriydi, doğrusu sweet barın ta kendisiydi.

 

Anarşistti, işgal edilen bir apartmanın dairesinde kalıyordu.

 

Her pazar olduğu gibi armanın peşinden yollara koyulmuştu. İç saha-dış saha, yaz, kış, yağmur, kar, çamur, çöl sıcakları onu yıldırmıyordu çünkü o bir Ultraydı. Hani çatışmalarda düşmana saldırırken şu en önde koşanlardan. Ya da seni kurtarmak için arkanda durup götünü kollayan. Sokakta, statta, her yerde.

 

Güzel bir ilkbahar sabahıydı. Bologna-Torino karşılaşıyordu ve R. yine oradaydı, tam önümde duruyordu.

 

                                          Toro-Bologna

 

Delle Alpi stadı çevresinde her maçtaki gibi bugünde sıradan olaylar çıkmıştı, yani ortam neşeliydi.

 

Bizim tribüne yaklaşık 300 metre mesafeden Bologna Ultralarının otobüs konvoyu gözüktü. İlk maçta biraz hırpalanmıştık, önemli değil çapulcu tarzı. Delikanlı çatışma olmadı. Otobüslerimizi taşladılar, birkaç çocuğun atkılarını, emekli vatandaşların bayraklarını arakladılar. Ciddiye alınacak bir yanı yoktu da, piç Bolognalıların ibnelikleri her seferinde sinirlerimizi bozmaya yetiyordu.

 

Aslında pek ciddiye almıyorduk ama düşmanlık 70’li yıllarda başladı. O zaman Ultraları taşıyan otobüslerin camlarını indirip ocak ayının Sibirya ayazında eve yollamışlardı. Bizimkiler otobüslerden inip yarım kilometre kovalamışlar hatta kardeş olduğumuz Fiorentina  tribünün meşhur lideri Pompa da o gün oradaymış. Bu Pazar intikam günüydü.

 

Her neyse hikayeye geri dönelim.

 

Nerde kalmıştık? Bolognaların otobüsleri önümüzden geçiyordu. Peki, bu durumda ne yapmalı?

 

Önce kaldırım taşları kırılır, etrafta eline geçirdiğin ne kadar taş varsa toplar cephanelik hazırlanır. Çevrede duran çöp konteynerleri sokağın ortasına devirip barikat kurulur. Son olarak, mobese kameralarından gizlenmek için atkılarla yüzler kapatılır. Evet, şimdi Bologna piçleri gelebilir.

 

Bu defa kırmızı lacivertleri taşıyan otobüste sıradan Ultralar yoktu, hazırlıklı gelmişlerdi. Sağlam ağır abiler vardı ve aralarında şu meşhur M. Grubu da bulunuyordu.  Bu işimizi biraz zorlaştıracaktı. Ağır abiler Afganistan misyonuna gidermişçesine otobüsün içini taş ve emanetlerle doldurmuşlardı.

 

R. hemen yanımda duruyordu. Tam10 yıl gruptaydı ve grubun adını taşıyan bir bar çalıştırıyordu. Hayattaki gibi statta da en ön cephede dururdu. Anarşistti, ömrü işlettiği bar, grup ve işgal edilmiş bir apartmanın dairesi arasında geçiyordu.  

 

Onu çok severdim iyi insandı. Uzun yıllar önce bir Hardcore/Punk grubunda solisttim. İşgal edilmiş bir anaokulunda konser ayarlayıp beni Torino’ya davet etmişti. R. çok iyi arkadaşımdı hatırını kıramadım. Çünkü bende onun gibi bir Punk, Anarşist ve Ultraydım.

 

Orada bulunan tüm apartmanlar semt sakinleri tarafından işgal edilmişti, kahpe kapitalist düzene karşı halkın direnişi. İşgal edilmiş anaokulunda hafta sonu genelde Toro Ultraları toplanır eğlenirlerdi. İçerisi karanlıktı, duvarda çember içinde A, Che Guevara birde Pulici posteri asılıydı.

PAOLINO-PULICI2-copy.jpg

                                                             (Paolinino Pulici)


İçerde tam teşkil, fırını dahil, çömlek atölyesi vardı. Etrafta kenevir ve ot satanlar dolanıyordu ama asla gençleri zehirleyen puşt eroin satıcıları içeri alınmazdı.

 

Salonun ortasında bir sahne vardı. Sahnenin altında maçlarda asılan pankartlar depolanıyordu. Bir keresinde hatırlıyorum, derbi maçı öncesi akşamı konser vardı ve benim grupla sahne almıştık. Sahnenin önünde Ultraların kuru kafa pankartı asılıydı, mikrofona nar kırmızı atkımı bağlamıştım. İçerisini nargile dumanı sarmıştı, ortalık alkolle karışık kenevir kokuyordu.

 

Filedelfia stadı hemen anaokulunun arka tarafında kalıyordu. Canın sıkıldığında köşeyi dönüp mabettesin nar kırımızı efsanelerin kokusunu içine çekiyorsun.

 

Bir keresinde ben ve R.  işgal bölgesinde kalan arkadaşlarla Filedelfia stadında kaçak futbol maçı düzenlemişdik. O bilinen maçlardan değil, kuralsız her şey serbest; asker botları, zincir, kemer, doping. Biz bu oyuna Anarchocyber-Calcio Fiorentino deriz. Zevkimiz fazla sürmedi kamiller damladı.

 

Dönelim hikayemize. Bolognaların konvoyunda ilk otobüsü durdurup saldırıya geçiyoruz. Sokak çöp konteynerleriyle kapalı, çok az polis var üstelik şaşkınlar, ortam tam istediğimiz gibi.

 

Otobüslerin kapısı açılıyor, Bolognalılar saldırıya karşılık vererek üzerimize doğru koşuyorlar. Etraflarını sararak çembere alıyoruz, eşit sayıyız her tarafta 100-120 kişi. Ortalıkta dolanan az sayıda polis korkudan arabaların arkasında saklanmış olacakları çaresizce izliyorlar. Bu defa onları elimizden kaçırmayacağız, hiç kurtuluşları yok.

 

M. grubu otobüsten ilk inenlerden, ellerinde demir borular, tahta sopalar birinin elinde parıltılı bir şey vardı, galiba bıçaktı. Açıkçası bu denli sert olacağını bizde beklememiştik. Yine de Bolognaları geri püskürtmeyi başardık, kaçarken sopalarını, borularını bırakmışlardı. Otobüslerin içine sığınmaya çalıştılar ama bırakmadık, Allah ne verdiyse yumulduk piçlere. Kaçanlarında fazla şansı yoktu, çünkü biri otobüsün içine sis bombası atmıştı. Korkak tavşan gibi dışarı kaçtılar tabi bizde peşlerini bırakmadık.

 

Bolognaların direnişi hala devam ediyordu, kolayca pes etmeyeceklerdi. Bu arada beklenen çevik kuvvette olay yerine intikal etti. Etraf savaş alanını andırıyordu, sokak ortasında çöp konteynerler, yanan arabalar, kırık cam parçaları.

Çevik kuvvet tam 10 kamyon gelmişti, hepsinin hafta sonu primleri hesaplarına yatmış son model silahlarla donatılmış tüm risklere karşı sigortalı şimdi bu azmış topluluğu dağıtacaklardı.

 

Ve başladılar plastik mermileri fırlatmaya. Cenova olaylarından sonra alınan tepkilere karşı klasik göz yaşartıcı bombalar azaltıp arada bunları kullanıyorlar. Patlıcan büyüklüğünde merminin içinde iki kapsül var, vücuda temas ettiğinde patlayıp bayıltıyor ya da yüze gelince öldürüyor. O günden sonra ne zaman bu aletleri görsem Cenova’yı hatırlıyorum, yerde yatan Carlo’nun cesedi aklıma geliyor.

 

Şu an yaşadıklarımız farklı değil. Aynı Cenova’da olduğu gibi Bolognalarla birleşerek omuz omuza polislere karşı saldırıya geçiyoruz. Olay bir anda boyut değiştiriyor, bu defa kamilleri önümüze katıyoruz orospu çocukları tazı gibi kaçıyorlar.

 

Yine o silah sesi geliyor kulağıma, Piazza Alimonda da Carlo’yu öldüren. Plastik mermi ayaklarımın ucuna düşüyor, lanet şey kimseye temas etmediğinden patlamıyor ama bu patlamayacak anlamına gelmiyor. Etrafı mermilerden çıkan toz kaplamıştı, karmaşada yere düşmüştüm. Telaş içinde mermiden kurtulmaya çalışırken bir anda R. önüme çıktı. Beni çaresiz görmüş yardımıma koşmuştu. Rugby oyuncuları gibi tüm vücuduyla merminin üstüne atlayarak eline aldı.

 

Beni kurtarmak için kendi canını riske atmıştı, tam mermiyi fırlatırken elinde patladı. Kulaklarım patlama sesinden çınlıyordu, R.’nin acıdan feryadını duyamıyordum. Kanlar içindeydi, parmakları kopmuştu ortalığı barut ve yanık et kokusu sardı. Etrafta olayı görenler korkudan kaçıyorlardı. Bizimkiler, Bolognalar, bir tek ben başında kaldım.

 

R. şok geçiriyordu, parmaklarının kopmasını henüz idrak edememişti. Onu sakinleştirmeye çalıştım, kanı durdurmak için elini atkımla bağladım. Var gücümle R.’yi omuzuma yükleyerek polislerden kaçtık. Tanrı o gün bizden yanaydı, bir anda yoktan karşımıza ambulans çıktı, canlı havliyle önüne atlayıp durdurdum.

 

R. kanlar içindeydi, baygın halde ambülansa soktular acı sirenler içinde uzaklaştı.

 

Bir polis geldi yanıma;

 

-       Kim bu genç tanıyor musun?

-       Hayır, sade bir Toro Ultrası olduğunu biliyorum...devam edecek

Diesen Post teilen
Repost0
Published by Erdal Güngör
28. Dezember 2012 5 28 /12 /Dezember /2012 16:41
Naziler komünistler için geldiğinde sesimi çıkarmadım; çünkü komünist değildim.

Sosyal demokratları içeri tıktıklarında sesimi çıkarmadım; çünkü sosyal demokrat değildim.

Sonra sendikacılar için geldiler, bir şey söylemedim; çünkü sendikacı değildim.

Benim için geldiklerinde, sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.
(Martin Neilmöller)

                                                                             RESIST !


Diesen Post teilen
Repost0
Published by Erdal Güngör
27. Dezember 2012 4 27 /12 /Dezember /2012 22:02

resist_375x360-Kopie-1.png

                                           NO SURRENDER !

                                                                            LIBERTA PER GLI ULTRAS !

Diesen Post teilen
Repost0
Published by Erdal Güngör
27. Dezember 2012 4 27 /12 /Dezember /2012 16:08

gs-tv-logo-02

                                                    Medeniyete EVET!

                                                       Eyyamcılığa HAYIR!

 

  KAHROLSUN endüstriyel futbol ve uşakları!

 

Diesen Post teilen
Repost0
Published by Erdal Güngör
25. Dezember 2012 2 25 /12 /Dezember /2012 14:04

Futbolun altın kuralları vardır, bunlardan biri  “Hakem her zaman haklıdır!”

 

Hakemin oyun içinde verdiği kararlar, haklı haksız, doğru yanlış, kesindir ve tartışılmaz! Oyuncu istediği kadar itiraz etsin karar geri alınmaz. İtirazını sürdürürse şayet fena halde aleyhine dönebilir.

 

Bu yazdıklarımı futbolun küçük yaşta temel eğitimini almış, uzun yıllar futbol oynamış, hala amatör/prof. futbol oynayan herkes bilir!

 

Türkiye’de yeni bir futbol polemiği başladı. Son oynanan Galatasaray-Fenerbahçe derbisinde meireles yaptığı faulün ardından ikinci sarı karttan kırmızı görüp oyundan atıldı. Bunun üzerine disiplin kurulu meirelese hakeme şiddetli itirazlarından dolayı 12 maç ceza verdi. Hakemin raporunda meireles tükürdü yazıyor, ama teknoloji işin içine girince görüntüler farklı şeyleri ortaya çıkarıyor.

 

Tükürmüş, tükürmemiş tartışma konusu bile olmamalı, olay bu kadar uzatılıp gereksiz polemiğe dönüşmemeli. Çünkü bu durumda yukarda belirttiğim gibi futbolun altın kuralı devreye giriyor “Hakem her zaman haklıdır”.

 

Fakat Türkiye’de durum farklı. 3 Temmuz 2011’den günümüze kadar gelişen sürede tüm ahlaki ve fizik kurallarını alt üst edip “şike sahaya yansımadı” zokasını halka yutturarak futbolun doğasını bozdular. Bana kalksa Türkiye’ye süresiz futbol yasağı verilmeli öünkü bu güzelim oyunun içine ettiler.

 

Futbolu seven herkes futbolu olduğu gibi kabul etmeli. Maalesef Türkiye’de halkın büyük kısmının futbol temel eğitimi olmadığından dolayı futbolun içinde olan doğal unsurları olduğu gibi kabul etmiyor! Avrupa ile aradaki fark da burada!

 

Futbol, sade transfer, 4-4-2 vb. taktiklerden ibaret değil.

 

Futbol, Simon Kuper kitaplarında bahsettiği gibi romantik olmadı ya da video oyunlarına benzemez.

 

Futbol, her şeyden önce “SPOR”, bir oyundur, kültürdür!

 

Türkiye’de halk futbol polemikleriyle pompalanıp güncel olaylardan uzak tutuluyor, bir nevi uyuşturucu.

 

Defalarca zikretmekten bıktım ama yine hatırlatmakta fayda var. Farkında mısınız? Türk futbol medyasının içinde yorumcuların büyük kısmı futbolun dışından. Örneğin; rok, demirkol, akdağ, çilingiroğlu, ulueren, erten, yelkovan, ece, meleke, baykam, arslan, uluç vb. liste uzar gider.

 

Sıraladıklarımın neredeyse hepsi reklam ve medya sektörünün içinden geliyor. Aslına bakılırsa bir sinsi planın parçası. Çünkü bu kişiler halkı subliminal mesajlarla manipüle ediyorlar!

 

Futbolun içinden gelenlerinde diğerlerinden fark yok hatta bazıları daha beter. Bunların başını kuşkusuz toroğlu, çakar, dilmen çekiyor. Hele geçen gün eski futbolculardan oktay derelioğlu meirelese sallarken öyle bir laf etti ki “Burası Mezopotamya değil, burası Türkiye” lafını duyunca bende film koptu. Birisi bu arkadaşa Mezopotamya’nın medeniyetin beşiği olduğunu hatırlatsın! >>>link

 

İktidarın sinsice kurduğu planı saat gibi işliyor. Halkı kontrol etmenin, uyutmanın en kolay yolu futbol üzeri polemikler takviye vitamini terör.

 

Zamanında hitlerin ss gücü vardı, şimdi benzeri Türkiye’de polis teşkilatı, bkz; ODTÜ olayları!

 

MOBESE kameraları kesmedi uzaya casus uydu atıldı. Tebrikler külotunuzun rengine, kemikleriniz iliklerine kadar görüntüleyecekler. Siz hala yansıdı mı yansımadı mı, tükürdü mü, tükürmedi mi peşindesiniz, devam edin sakın uyanmayın...

Diesen Post teilen
Repost0
Published by Erdal Güngör

Blog Içeriği

  • : Blog von Erdal Güngör
  • : Liberta per gli Ultras ! No Al Calcio Moderno ! Galatasaray,Ali Sami Yen,Metin Oktay,istanbul,Alpaslan Dikmen,Karıncaezmez Şevki,Fatih Terim,Hooligan,Ultras,Hagi,Two and a half Man,Football Supporters Europe,The Big Bang Theory,Çılgın Türkler, Family Guy, Fringe,eBileteHAYIR!
  • Kontakt